14 Mayıs 2012 Pazartesi

gezmece-tozmaca!

evet aynen bu haldeyim son bir aydir. surekli bir ileriye ve daha ileriye gitme istegi, bir yerinde duramamazlik, aman bir km (hatta yerine gore bir mil) daha katedeyimcilik. ve suanda durumum hakkaten icler acisi. 7 aydan sonra ilk kez bosa ciktim, dersler ve makaleler bitti. ama aslinda bu bir illuzyon, mezuniyetimin bagli oldugu son ve en buyuk nokta olan TEZ. 10 gun sonra sunum ve 17 gun sonra da tez plani teslimi var ve benim o gune kadar okumam gerek onlarca makale/kitap ve binlerce satir var...
Seneye bundan daha yogun gececek ve sonrasinda her sabah ayni saatte kalkan calisma hayatinin dislileri arasina katilan bir oye. evet buyuk bir degisim, okumak ve okula gidip gelmekle gecen onca seneden sonra yepyeni bir yasam stili ve buyuk sorumluluklar. umarim cok bocalamam.

Dublin ve Irlanda'yi yazacaktim ama sanirim bir sonraki yazima kalacak.

gelecek ay isvicre'ye de gitmemle bu sene gittigim ulke sayisi 5'i bulacak ve hedef 10! bakalim basarabilecek miyim ; ]

1 Mayıs 2012 Salı

kısa kısa vol. bilmemkac

Ya inanamiyorum cok guvendigim gugıl kırom ilk kez ihanet etti bana ve yazamadim oradan. neyse ofkemi turkce karakterlerim olmadan kustuktan sonra yazima geciyorum.

-Turgut Yüksel & 1 Mayis

bugun internetten haberleri okurken denk geldim kendisine ve bir anda kahramanim oldu kendisi. Emekci bayrami adina yarattigi bu eser ve daha bir coklari... anti-kapitalist/militarist bir sanatci kendisi. hayran olamamak elde degil. Tabi macbook'uma kavustugum su gunlerde konusmaya pek hakkim yok emme, ne demis papua yeni gineli bir bilge kestigin agactan cok agac dikersen, hadi gene iyisin. Saka bir tarafa umarim cok gec degil bir iki sene sonra insanliga yararli projeler ureten bir is kadini oldugumda bu macbook hakkini odemis olacak cin'deki iscilere. Avrupa calismalari programina kabul aldim Sabanci'dan, kurkcu dukkanina donuyorum a dostlar.



- Sexy'n I know it : feminist big bakis acisi:
kabul ediyorum hakkaten sarki cok berbat, anlamsiz sozler igrenc jenerik ama ufak da olsa bir ders almak gerekir bu klipten diye dusunmekteyim. Soyle ki, su an adini hatirlamadigim HBK hocamin cok sevdigi bir feminist yazar, 'male-gaze' kavramindan soz eder. Mesela izleriz su vurgulu kirgili filmleri hatta birakin onlari, romantik filmleri ve populer muzik kliplerini ve ne goruruz? yaglanip maglanip photoshoplanip gozumuze gozumuze sokulan zoomlanmis kadin vucutlari. ve bu hatunlar yalvaran-seksi pozlar vererek bakiyorlar. Ama bu klip ne yapmis? bunu tersine cevirmis. baya baya 'female gaze' olayi hakim. belki amaclari bu degildi yapimcilarin ama, mainstream'le dalga gecer yapi hosuma gitmedi desem yalan olur. Sasha Baron Cohen de bir baska idoldur mesela, onceki yazilarimin birinde bahsetmistm.

- 7. ay in Coventry
Inanilmaz ama gercek! tamam belki bu 7 ayin iki ayinda burada degildim ama genede, son 210 kusur gunum bu memlekette gecti. Ne gibi etkileri mi var? Havasi, suyu ve yemegi saclarimi doktu, beyazlarimi iki katina cikardi (tam 4 tel beyazim var!), sivilce izlerim artti ve sagliksiz bir sekilde kilo aldim. Tamam bu kadar karamsarlik yeter. Pozitif tarafindan baktigimda muhtesem arkadaslar edindim, Dogu Asya hakkinda hicbir sey bilmiyormusum onu ogrendim ve Japonca'ya basladim! CV'mi dolduracak cok isler yapmadim, biraz tembellikten birazda arkadaslarla zaman gecirmeyi tercih etmemden. Ama olsun daha zaman var ona. yani en azindan simdilik oyle dusunuyorum seneyeki planim belli oldugu icun ; ]

Ve NY! bu sene guzel bir seyi gerceklestirip hem Old(!) hem New YORK'u gordum! Sagligim ve maddi durum el verdigi icin sansliyim. Gercekten unutamiyorum orayi. Surreal bir ruya gibiydi hic bitmesin istedigim...





25 Nisan 2012 Çarşamba

12 yil sonra amerika

uzun zamandan sonra miraba!
aslinda bu blogu bu sene gezdigim, gozlerimi ve gonlumu doldurdugum mekanlari anlatarak dolduracaktim ama nolmadi nolamadi nolabilemedi. belki de olur, garantisi yok!
2 haftalik amerika maceramdan bugun itibariyle geri geldim. neler degisti? apple mainstreamine daha fazla karsi koyamadim ve macbook pro aldim, mutluyum cok kullanisli ve muhtesem bir laptus hakkaten hayirli olsun bana =] tabi artik turkce karakterlerden yoksunum (aslinda ayari var da ugrasamiyore) ama olsun.
alistikca seviyorum. aslinda aliskanlik bende bir huy, cabucak alisiveriyorum bir seylere / yerlere.
iki yesil susamuru'nu okuyorum, orada aliskanliklari sahip oldugumuz mallara benzetmis, yani bir sure sonra kendilerine tutsak ediyorlarmis. dogru mu acep? aslinda dusunmemistim ama master ogrencisi yaklasimiyla "it depends" diyor konuyu huzurlarinizda kapatiyorum dostlar.
amerika'ya en son 11 yasimda gitmistim babamin kalp krizinden dolayi. annemle babami almaya gitmistik. tabiki o zamana ait anilarim kirik dokuk, boluk porcuk ve huzunlu.
ama simdi guzel artik. sevdicekle gecti bi kerem! ohio state universitesi ve cevresinde gecti ilk 10 gun. columbus adli bir sehir, ohio eyaletinde. benim icin farkli bir deneyim bu sehirden cok araba kullanmak oldu. uc kere korna yiyip, 1 kere kaldirima hafif surtup ve ilk 2 gun park etmede sorunlar yasasamda sonrasinda olay yol kenarina iki araba arasina park etmeye kadar geldi =P

uzun lafun kisasi, amerika'da araba kullanmak kolay azizim ! yalnizca yere bakmayi aliskanlik ahline getir ve only yazisinin alti ne tarafi gosteriyor dikkat et!

New York ise bambaska. bir kere ilk iki gun yukariya 120 ila 180 derece aciyla bakmaktan boynunuz tutuluyor. lanfranco ilk derste new york'u anlattiginda, kendinizi cok cok kucuk hissettiginiz bir macrocosmos gibi. ayni devasa gotik katedrallerin hissettirdigi gibi. tabi burada tapilacak buyuk guc insanoglu oluyor. mimariye o dinamizimle sabitligi cok guzel harmanlayan ellere ve beyne hayran kalmamak mumkun degil. ve tabiki gokdelenler de new york'un tarihini olusturuyor. cruise turu yaptik ve ilk gocenlerin bir kac kucuk anilari ve 9/11' disinda olay sadece binalar, mimarlari ve simdiki sahipleri!
tabi biz sadece manhattan taraflarinda gezdigimiz icin. ornegin otelimizin oldugu queens caz'in altin yillarinin yasandigi yermis. maalesef gezemedik ama bir dahaki sefere ;] gokdelenlerin arasindaki yesil alanlara bayildim. insana sehrin tam ortasinda oldugunu unutturmakta basarililar hakkaten.
buraya fotograf eklemiyorum bunu okuyan muhtemelen facebook'ta arkadasimdir ve albumumu gormustur. horizontal city and vertical city. adinin anlami cok bariz ama di mi ; ]

18 Şubat 2012 Cumartesi

bazı 'özel' günlere verilen gereksiz değer & narcisismus

Aslında bu iki yazı ayrı zamanlarda aklıma geldi ve ayrı ayrı klavyeye alınacaklardı, heyhat gene bir makale döneminden anca çıkabildim, kaslanmış parmaklar kulaklarımdan sıvılaşıp akıp giden beynimle...
Biraz alışveriş yaptım yürüdüm gezdim gökyüzüne(*) baktım iyi hissettim kendimi.


şimdi malumunuz ocak ayının sonu, şubat ayının başı itibariyle dükkan vitrinlerinde bir değişim yaşanır. bir sabah bakarsınız ki kıpkırmızı olmuş o camekanlar. neden? malum tutkunun gülün kalbin şevketin rengidir ve aşkı temsil eder. aynı zamanda kalp atışımızı hızlandırır, acıktırır McDonalds, KFC, Burger King ... bu rengin gücünden logolarına koyarak sonuna kadar yararlanmışlardır vs vs vs. neyse konumuz kırmızı değil, saptırmayayım. Sevgililer günü nedir? St. Valentine amcamız imparatordan habersiz sevenleri evlilik bağıyla birleştirirken yakalanmış öldürülmüş. Bizde kutluyoruz şimdi bunu, bravo bize. Hüzünlü bir gün değil mi yahu bu? ben mi yanlışım? noel ne? o da pagan inancı aslında, zamanında insanlar kışın ağaçları evlerinde (ya da nerede yaşıyorlarsa) korumaya çalışmışlar al sana ağaç süsleme. Müslüman ülkeler bile yapıyor. Hıristiyanlarda bunu başlatan paganları kılıçtan geçirmişler ona hiç girmiyorum artık. Nedir şimdi bu özel günlerin mantığı? Hatırlanması kolay diye mi? Hani ben hırboyum yılın 363 günü (sevgililer günü, yıl dönümü, doğum gününü çıkardım) ama bu gün ince ruhlu jön bir erkeğim 30 liraya gülümü alır, yemeğe astronomik rakamlarda para öderim seni ne kadar sevdiğimi gösteririm. Aman ne güzel. herkes bilir sevgililer gününde sevgilisini hatırlamayı. önemli olan sürprizlerle yaşamak, planlar her zaman yapılır. illa maddi bir şey olmasına da gerek yok ki. bir yerden geçerken sevgilinin çok sevdiği şarkıyı duyarsın açar dinletirsin. sürpriz yaparsın. ya da hadi maddi olsun, kel alaka bir günde alırsın eline gözüne çarpan güzel bir şey, sırf hoşuna gideceğini düşündüğün için, onu 'özel' bir gün olmadığında da hatırladığını gösterirsin. işte gerçek sevgi budur. gerçekten değer verme budur.



 bu kısım biraz narsist olacak ama ilk kez ismimi sevmek için bir sebebim oldu : )
şimdi benim ismim malumunuz 3 harf ve türkçede genelde isimler kısaltılmak suretiyle takma isim olarak kullanılır. benim durumumda bu imkansız tabi. sevgili annem bile oyale, oyiliii dışında bir şey uyduramadı maalesef. hiç bir zaman bir takma adım olmadı vesellam. İngilizcenin ana dil olduğu bir memlekete gelince adımın ingilizcesi bulma gerekliliği doğdu. kendisi embroidery. embriyo gibi bir şey. bunun latincesi ne acaba diye araştırdım, ars plumaria imiş. bunu da images.google'a yazınca bu çiçekle karşılaştım sevindirik oldum : )


*neden gökyüzü dedim. geçen aklıma bir şey geldi. bir genelleme. başımızın üstünde çatı olmadan geçirdiğimiz zamanlar 'gerçekten' yaşanmış olanlardır. öyle değil mi hakkaten? evsiz insanlar vs.'ye girmeden düşünürsek, özellikle benim yaş aralığım ve 20 30 yaş üstüm hangi zamanlarını dışarıda geçirir /geçirmek ister?
hava çok güneşli haydi dışarı çıkalım, kar/yağmur ne güzel yağıyor hadi yürüyüş yapalım, yazlık sinema, denizin gökyüzüyle buluştuğu o ufuk çizgisine bakarak suya dalıp çıkma, ilkokulda (ki biz lisede bile devam ettirdik) "hocam dışarıda yapalım dersi, lütfeaan!", açık hava konserleri, yıldızları saymak... hepsi ama hepsi ayrı değerli ve güzel ve en önemli ortak noktaları çatı barındırmamaları.*


3 Şubat 2012 Cuma

a legal stranger in coventry - 2


hani bazı cümleler / kelimeler vardır söylendikçe anlamını yitiren. Hah işte onlardan biri de "sorry" artık benim için. İngiltere'ye gelmeden İngilizlerin diğer milletlere nazaran daha çok lütfen dedikleri, teşekkür ettikleri ve özür dilediklerini öğrenmiştim ama bu kadarını da beklemiyordum. İşin kötüsü bende fazlasıyla alıştım! Örnek vermek gerekirse, mesela bir kapıyı açıyorsunuz öbür taraftanda açmaya çalışan biri var, iki tarafta özür diliyor. Ya da olur ya karşılıklı yürür iki insan birinin sağa ya da sola geçmesi gerekir yolu kesmemek için ama her iki insan da aynı tarafa hamle yapar, ne diyoruz "sorry". hatta bir arkadaşım test etmiş bu "sorry" olayını, karşıdan gelen ingiliz olduğunu tahmin ettiği bir arkadaşa dik dik bakmaya başlamış, adam geçerken "sorry" demiş artık pes yani : )
benim başıma gelen bir olay, İngiltere'den geldim, evdeyim. Odamda panjurlar örtülü ve benim gözler 5 numara. Annem içeri girdi, ben hala kendimi İngiltere'de zannediyor ve odama birisinin dalmış olduğunu farzediyorum, ve ne dedim bu durumda bile? "sorry" tabi annem kahkahayı bastı 23 yıllık anneni tanımadın mı diye : ) ve yukarıdaki fotoğrafta görüldüğü üzere "sorry, not in service" burada bile unutmuyoruz!


28 Ocak 2012 Cumartesi

Borat v. Myn Bala

 Bu yazıyı yazmamı sağlayan olaylar dizisi 3 gün önceye dayanıyor. (dizi efekti- buğulanma ve karşımızda bir konferans salonu, Simon Anholt adında İngiltere'nin bağımsız danışmanlarından biri konuşmakta. İnsanların ülkeler hakkındaki ön yargılarının çok ama çok zor değiştiğinden bahsedip şu örneği verdi: Finlandiya hükümetinden birisi bu Simon abimizi aramış, "bir ay içinde 3 tane sauna kazası yaşandı, sizce bu bizim ülkemizin prestijini etkiler mi?" diye sormuş, bizimkinin cevabı, "eğer bir yıl boyunca her gün en az bir insan ölürse prestiji etkilenir ama Finlandiya'nın değil saunaların" : ) Konuşması bitti sorular kısmına geçtik, öğrencilernden biri sizce Borat filmi Kazakistan'ın prestijini düşürdü mü? o "lekeyi" temizlemek için Myn Bala adında Kazakların Moğollara karşı bağımsızlık savaşını anlatan bir film çıkardılar, ne diyorsunuz?" dedi
dedi ve bende bir ampül yandı, bu filmi çok duymuştum, abim yüzlerce kez taklidini yapmıştı... ama izlememiştim.

       V.

 http://www.bbc.co.uk/news/entertainment-arts-16733047
sonra bu haberi izledim. ve düşündüm. Borat filmi her haliyle karikatürize olduğu belli olan, absürd komedi örneği bir filmdi. Tabi Kazakistan devletinin tepki duyması normal ama bence aynı şiddette bir tepkinin ABD'den de gelmesi gerekirdi. Evangalistlerin saçma ayinlerinden tutun, Amerikan gençliğinin Yahudilere bakışı ve rodeo sahnesiyle gelişen Irak Savaşı'na tepkinin anlatılmasına kadar çok güzel dokundurmalarda bulunuyor film. Ya da benim bakış açımla bakınca böyle. bilemiyorum.
Uluslararası ilişkiler okumanın güzelliği belki de, ben daha objektif görüyorum ülkeleri. Asla kendimi de milliyetçi saymadım, 19. yüzyılda milletleri savaştırmak adına suni bir şekilde ortaya çıkarılan bir şeye nasıl bağlanabilirim ki? Dinin bir nevi yerini almış bir ideoloji bana göre. Kendime soruyorum Asya hakkında ne düşünüyordum şimdi nasıl değişti fikirlerim bu aldığım 3 aylık eğitim sonucunda. Çok değişti, özellikle tarihlerini öğrendikten sonra. Hepsi aslında bir şekilde Amerika'ya, kapitalizme ya da komunizme karşı savaşmış, emperyalist güçlerce oluşturulmuş suni sınırlar ve kimliklerinin esiri olmuş. Hakkaten çok ilginç ve bu bölümü okuduğum için çok mutluyum.

26 Ocak 2012 Perşembe

yazmalıyım. yazdım.

Biliyorum kitlelere hitap etmek için yazmdığımı. böyle uzun araların zaten hali hazırda az olan okuyucularımın (!) beni unutmasına yol açtığını. ama genede bazen küçücük bir şey yazmayı itiyor beni.
bu kadar zamandır neden mi yazmıyordum. biraz abes kaçacak ama teknoloji özürlülüğüm yüzünden. bloğun tasarmını değiştirdikten sonra nereden yazacağımı bulamadım/bulmaya üşendim. geçen ay türkiye'deyken babama baktım, bir elinde ayfon, onu burakıp aypedini alan bir adam gördüm karşımda. yaş 70 ama iş bitmemiş bizimkisinde. bendeyse inatla ikiye ayrılmamakta direnen sony t707 telefonum. alarmı var uyandırıyor, mesaj çekebiliyorum, foto da çekiyor allah için. ama bu kadar, basit ve sağlam. ama sanırım bende artık yavaştan "smartphone" jenerasyonuna katılacağım, yaşımın artık geçmiş olmasına aldırmadan ^^
teknolojik gelişme, rekabet ve ne istediğini bilmeyen x & y jenerasyonu. hepsinin birleşimiyle 2000lerin başında bir smartphone çeşit patlamasına yaşandı. birbirinden ayıramadım blackberry ve nokia modelleri birbiri ardına raflarda yerlerini aldı. bense sadık bir kullanıcıydım, renklerine ve ışık oyunlarına aldanıp 13 yaşında bir kız çocuğu gibi şuanda sahip olduğum telefonu aldım. (yukarıda görüyor) neden cep telefonum hakkında yazdım bu yazıda anlatacak bu kadar şey varken bilemedim ama sanırım bu yazı hayatımın yeni başlangıcının ilk adımı oldu. basit sade çocukca...