28 Eylül 2010 Salı

bella italia!- Eboli

Angri'deki sıcak ortamdan sonra hiçbir yere tam olarak ısınamayacağımızı biliyorduk ama bu kadar değişik (!) bir yere gideceğimizi de beklemiyorduk azizim!
Epic fail Eboli'de trenden indiğimizde başladı, bizi almaya gelen İspanyol çocukcağız ingilizce bilmiyordu! neyse benim 2 yıllık İspanyolca kursu bilgilerimle ( + 2 haftalık İtalyanca konuşma çabalarıyla) anlaşmaya çalıştık. Yalnız benim çekçekli hostes çantam gene yapacağını yaptı yokuş yukarı giden tek tek taşlardan örülmüş İtalya yollarında yer çekimiyle adeta genel bir uyum çizgisinde bana kendini taşıttı! Artık son 20 m. ye girerken sevgili Raul erkek olduğunu hatırladı ve çantamı taşımayı teklif etti kibarlık yapıp itiraz etmedim tabi!



Neyse vardık 1 hafta boyunca "ev" diyeceğimiz yere, bizi slovenyalı bir bayan bekliyordu. tipini ancak şöyle tarif edebilirim; resmen Monster filmindeki Charlize Theron!
Sohbet edilemiyor kendisiyle çünkü kulağında kulaklık sürekli laptuşundan müzik dinliyor! 30 yaşlarında hayattıyla bir şeyler yapamamış insan tipi, çözümü ülkesinden çıkıp yeni bir yerlerde yeni bir şeylere başlamakta aramış ama kanımca çok başarılı değil, kendini soyutlamış diğer insanlardan, neyse bu kadar psikolojik analiz yeter kanımca

İlk gün Türk apaçisinden hallice biri geldi eve, kendisi buradaki organizasyon için gönüllü çalışan bir İtalyan genciymiş, geldi hemen oo 2 turca diye resmen üstümüze atlayacaktı, kendini facebooktan eklettikten sonra, akşam geri geleceğim dedi ve gitmeden de yanımızda türkçeye çevrilince şu anlamı verecek bişiler söyledi "olmmm 2 Türk kızı gelmiş akşama bişiler ayarlayın layn", (şunu belirtmem gerekirdi bunlar biraz abartı yorumlar sonradan bu italyan kardeşimizin sadece samimiyeti fazla sevmesinden kaynaklandığını ve kötü bir niyeti olmadığını anladım)
Akşam oldu bunlar cümbür cemaat geldiler yorgun olduğumuz için çıkmak istemedik biraz bozulsalarda bir şey demediler çıkıp gittiler.
İkinci gün oldu sabah bizi alıp Legambiente'nin koruduğu orman ve sahile gittik çöp topladık (max. 10 dk) sonra güneşlendik denize girdik (ve ben gene içimden organizasyonun olmadığı bir alanda(sivil toplum) nasıl olur da çalışmak isterim gibi iç konuşmalar yaptım, dünyanın haline küfrettim vs vs) Monster gene monsterlığını gösterdi kulağında kulaklık gitti saatlerce denizi seyretti, otobüse binme yolunda köpeklere (sanırım bu hayatta sevdiği az sayıda şeylerden biri) kötü davranan insanları nasıl öldürmek istediğinden bahsetti. Yalnız bu otobüse binme yolu gündüz vakti olmasına rağmen pek de tekin değildi, zira "prostitute" tabir ettiğimiz insanlar yol kenarlarında bekliyorlardı, güneş tepede olmasına rağmen!! Neyse başımıza bir şey gelmeden ulaştık otobüse ve döndük şehre bir daha da yürümedik o yoldan!


Bu aktivite dışında bir gün köpek barınağına gidio köpek gezdirdik, itiraf etmeliyim ki Türkiye'deki barınaklara 5 basar! Annemin adında bir Rottweiler vardı ve acayip tembeldi, eğer bir kere yere yatarsa kalkmıyor ve insanların tekrar onu taşıması gerekiyor kafesine =)



Bu iki aktivite dışında Legambiente'ye ait olan bir bahçeCİK var, domates patlıcan yetiştirdikleri, yalnız bu vatandaşlar semizotu ve naneden bihaberler! Yolup getirdiğimizde bunlar ne, bizim orada mı yetişiyor yenir mi ki bunlar dediler! mis gibi sarımsaklı yoğurdumuzla afiyetle yedik semizotunu şaştı-kaldılar =) Adanalılığımda vermiş olduğu bir kudretle çapayı bir sallamışım, Serroşla 2 saatte adam ettik orayı ve çok da eğlendik toprakla uğraşmak cidden iyi geliyormuş insana..


* Bu birayı tavsiye ederim gittiğinizde>>>

 hem ucuz hem tadı efes'i andırıyor!

* ....ve tarihin ilk Starbucks'ını da görmüş oldum =]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder