12 Temmuz 2013 Cuma

evim evim (4)


Bu satırları laptuşun üstüne çıkmaktan kendini alamayan sevgili kedimle mücadele ederek yazmaktayım. kopukluklar olabilir şimdiden uyarayım. zira kendisiyle gözgöze gelip gözlerimizi kaçırmadan en uzun süre bakma yarışında yeni çığırlar açmaktayız. 

Evet yukarıdan anlaşılacağı üzere, kedilerim de olduğuna göre evime iyice yerleştim ve onlar sayesinde eve ısınma sürecim de hızlandı. E kolay değil 7 yıldan sonra ilk kez 'evim' dediğim bir yer var. Yengeçliğin de verdiği bir şey olsa gerek, tekrar içinde olmayı sabırsızlıkla beklediğim. her köşesinde gün be gün yeni anılar biriktirdiğim ve çok sevdiğim EVİM. Sanırım sevdiğim huylarımdan biri de yeni 'şeylere' çabuk alışabilmem. Ve kendime de alıştırmam :) kedilerim benim bulunduğum odaya taşınıyorlar mutlaka ^.^

Gururla söyleyebilirim ki, evin içinde koltuk hariç her şeyin montajını sevgili anacağızımla beraber yaptık. Skill tool kutuma yeni yeni yetenekler ekledim, artık sırtım yere gelmez evelallah (böyle yazılmıyordu sanırım ama bakmaya üşendim) Özellikle son iki üç senede artan ve Warwick'te Doğu Asya çalışmaları okuduğum dönemde tavan yapan Japon kültürü hayranlığımı evime de yansıttım ve seviniyorum. Umarım en kısa zamanda oralara gitme şansım olur da, çin işi olmayan orijinal şeyler alabilirim evcağızıma ;32)Y/u*evet şu son yazılanlar karakterler sevgili kedim Sosyal'in eseri. Silmeye kıyamadım dursun. İşin kötüsü ne zaman yatak odama gitsem bunlar da yatağa çıkıyor ve hipnotize eden bakışlarını üzerime dikip beni uyutuyorlar. Tabi milli içkimiz ayranı deli gibi tüketmem de katkı sağlıyor bu duruma ama artık günde 14 saat uyumaktan bıkmaya başladım ! Hani kendi çocuğun olmadan anneliği anlayamazmış ya insan, ben de beni her uyutmaya gittiğinde uyuyakalan annemi anlamaya başladım. Anam garip anam, çilekeş anam..

Akademik çalışmalarıma biraz ara verdim geçen yaz da tatil yapamamanın verdiği psikolojiyle. Tez hocama proposal verdikten sonra 'yan+gelip+yatma' eğilimim optimuma ulaştı. Fekat pazar Barça'ya araştırma yapmak üzere uçuyorum ve sanırım bugün blog yazmanın yanısıra biraz da konuma çalışmam gerek =( Dönünce de ayağımın tozuyla ilk aşamasını başarıyla atlattığım görüşmenin ikinci kısmı için İKSV'ye gideceğim. 2013 Istanbul Bienal'inde (http://bienal.iksv.org/tr) görev alacağım belki eğer şu çalışma günleri ve saatleri konusunda uzlaşabilirsek. Gelecekte çalışmak isteyebileceğim bir kurum eğer şu enerji olayından bir cacık olmaz ise.. Ve bu senenin de konusu 'Anne, ben barbar mıyım?' kentsel dönüşüm ve kamusal alanların dönüşümü tema olarak seçilmiş, hem de Gezi Parkı olayları patlak vermeden çoook önce. Baya hareketli, interaktif ve farklı bir bienal olacak. Umarım anlaşabiliriz günler konusunda...

Direniş demişken başıma gelen olayı paylaşayım. 8 temmuz günü İKSV ile görüşmemden sonra, hazır gezi açılmışken bir bakayım dedim. O sırada kitapçının önünden geçiyordum ve biraz sonra buluşacağım doğum günü olan arkadaşımın istediği kitabı gördüm. Aradım buldum aldım kart yazdım ve tam dışarı çıkmaya çalışırken kepenk indirmeye başlamışlar ve ben sadece kaçan onlarca ayak görebildim. bir iki kişi de içeri zor attı kendini o kalan boşlukta. 'yine mi atıyorlar!' dedim sitemkar bir şekilde ilk gördüğüm maskeliye. Ancak kafasını sallayabildi. Onun da konuşmaya mecali kalmamıştı anlaşılan. Bu arada kepenk altından gaz içeri sızmaya başlamıştı. Bende ise ne maske ne gözlük ve hatta üstüne mülakata gittiğim şıkır kıyafetler vardı. Güvenlik görevlisi bizi arka kapıdan çıkarabileceğini söyledi. Böylece Sıraselvilere çıktım ve BAM! Atılan gaz ve benim yaşaran gözlerim ve tıkanan burnum. Oradan uzaklaşıp naif bir şekilde Beşiktaş'a inmek üzere Gezi'ye doğru çıkmaya başladım. Gördüğüm bir grup çevik kuvvetten birine Beşiktaş'a nasıl inebileceğimi sordum, Gümüşsuyun'dan inebileceğimi söyledi ve bende o tarafa sloganlar eşliğinde yürümeye devam ettim. İnsanlar artık cinnet geçirmiş şekilde bağırıyordu. Düzenli bir slogan bile yoktu, sadece YETER diyorlardı insanlar, bize kendi evimizde böyle muamele yapamazsınız ve kovamazsınız. Bu insanların yanından geçip sıraselvilerin sonuna gelmiştim ki BAM! yeniden gaz bombası ve önümü kesen üç polis. Gördüğüm ilk sola dönüp Kabataş'a inmeye çalıştım. Yokuş aşağı o ayakkabılar ve etekler koşmak gerçekten hayatımda verdiğim en önemli sınavlardan biriydi. O adrenalin salgısı nasıl bir mucizeymiş bir kez daha anladım. Söylenerek, telefonda bağırarak ve yumruk sıkarak Dolmabahçe'ye kadar gelmişim. Sonrasında iki gündür kasılmış bacaklarımla Beşiktaş'a ve arkadaşımın yanına varabildim. Tabiki onun ve habertürk'te çalışan arkadaşının da gündemi 'Gezi' idi. Kız bir kaç 'inside*story' anlattı. Orada çalışanların da çaresiz olduklarını ve Gezi'ye özellikle ilk eylem günlerinde sürekli yiyecek taşıdıklarını anlattı. Gerçekten acı bir tablo. O gün kendime çalıştığım kurumun ideolojisine karşı çıkabileceğim bir yerde çalışmaya söz verdim. Umarım tutabilirim...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder