7 Temmuz 2014 Pazartesi

Kudüs Gezim

Merhabalar!

Uzun zamandan sonra yazabileceğim heyecan verici bir hikayem var. Maalesef gezim boyunca not almayı unuttum bu yüzden biraz bölük pörçük yazı olabilir şimdiden uyarıp kendimi de garantiye alayım hehe.

Yolculuğumun başlangıcı biraz zor oldu, ee kuruluşundan beri savaşsız ya da çatışmasız bir günü geçmemiş bir ülkeye yelken açıyordum tabii ki farklı bir şey beklemiyordum. Hele ki yahudileri soykırımdan geçirmiş bir ülkenin vatandaşı olarak İsrail'e giriş yapacak olmam benim cesaret madalyası almamı hakettirecek başlı başına olay kanımca.. Neyse girizgahı çok uzatmadan gezimin detaylarına geçeyim.

Sabiha Gökçen'den olan uçuşum için uçak kapısını havalimanının en dibine koymuşlar ki tekrar önüne bir kişi dikip son kez kontrol yapabilsinler. Neyse uçağa bir grup bileğinde amsterdam - hollanda bilekliği olan ergenle geçtim. Sanırım hala içtikleri - kullandıkları uyuşturucuların etkilerindeydiler ki uçakta rastgele yalnız buldukları (ki uçağın neredeyse yarısından fazlası boştu) kişilerin yanına oturup muhabbet ettiler. Neyse uçak alçalmaya başladı bakıyorum aşağıya bir gram ışık yok. Alla alla hani tel aviv gelişmiş bir şehirdi, neredeyse bomboş tek ışık yok diyordum ki alçalarak Akdeniz üzerinde seyrimize devam ettiğimiz kafama dank etti =) Birden altımızda koca bir ışık hüzmesi ve gökdelenler yükseldi. Ben Gurion havalimanına indik ve pasaport sırası beklemeye başladım. Önüme de şişman mı şişman terli mi terli sesli mi sesli bir adam düşmesin mi! Adam susmuyor arkadaş! Ben de dahil olmak üzere çevremdeki kimse adamın ne dediğini anlamayıp sinirlerimiz bozulmuş şekilde gülüşmeye başladık. Neyse adam da geçti gitti pasaport kontrolünden sıra bana geldi. Bu arada pasaport kontrolündeki polislerin neredeyse hepsi kadındı. Ters bir suratla, 5N 1K sorularını yöneltmeye başladı ardı ardına... Cevaplarımdan tatmin olmamış olmalı ki beni pasaport kontrol edilirken gidip beklemem gereken bir odaya gönderdi. Benden başka orada bulunan 4 kız da almanca konuşuyordu. Bir polis yaklaştı ismimi söyledi bende kalktım. Gene bir soru şelalesi altında ıslanma seansı geçirdikten sonra pasaportum ve 3 ay İsrail'de kalabileceğimi belirten kağıtla çıktım. Bavulumun 5 numaralı bantta olduğuna dair bilgiyi tabeladan aldıktan sonra  gidip beklemeye başladım. Yaklaşık 10 dakika sonra bir yanlışlık olabileceği düşüncesiyle tekrar tabelaya baktım ve İstanbul'un önünde yazan uçuş numarasının benim uçağıma ait olmadığını farkettim ve başımdan aşağı kaynar sular dökülmüşken diğer İstanbul uçağına ait olmayan bantlara bakmaya karar vermişken o da ne benim bavulum Kiev'den gelmiş olan bavullarla beraber dönmekte! Hemen kaptığım gibi dışarı çıktım, Peggy & Avi'nin güvenli kollarına kendimi atıp dışarı çıktım. Kudüs'e gitmek üzere bir minibüs'e bindik ve yolun 45 dakika süreceğini öğrendim ve rahatladım çünkü gerçekten çok yorgundum (saat 00.45 civarı) Gel gör ki bizim şoför bizi en son bırakmayı kafaya koymuş ki doğu Kudüs (Filistinlilerin yaşadığı) civarını bile gezerek hostele ancak 3 gibi varıp uyuyabildik. Sabah 7.30'da hemen yakımındaki kilisenin 78 kere çalan çan sesiyle uyandık ve yola koyulduk. Hostelimizin Kudüs duvarlarının içinde her türlü tarihi yerin tam ortasında olması avantajını çok güzel kullandık. Önce Natalie Portman'ın da Kudüs'e geldiğinde kahvaltı ettiği bir kafeye geldik Buerekas (Börek) ve kekler yedik. Sonrasında hem tarihi çarşısını gezip hem de İsa'nın çarmıhtan indirildikten sonra getirilip yağlandığı hıristiyanlarca en kutsal yer kabul edilen Kutsal Kabir Kilisesini gezdik. Böyle en kutsal yer olunca en önemli 6 mezhep de gelip işgal ettikleri köşerleri altın varaklara ve freskolara boğmuşlar. Wikipediadan aldığım bilgiye göre bunlar:  Katolik KilisesiRum Ortodoks KilisesiErmeni Apostolik Ortodoks KilisesiSüryani Kadim Ortodoks Kilisesiİskenderiye Kıpti Kilisesi ve Habeş Ortodoks Kilisesi imiş. İsa'nın mezarının burada olduğuna inanılıyormuş. Biraz önce bununla ilgili bir tartışma okudum ama detaya girmeyeceğim.
Tabi tahmin edileceği üzere bol bol humus ve falafel yedim ! Humus üç katmanlıydı: bildiğimiz tahinli kısım, biraz daha cıvık bir kısım ve en üstünde de haşlanmış nohutlar. 
Bu arada gitmeden bir gün önce 3 tane 15 yaşında İsrailli gencin öldürülmesinin yası tutuluyordu. Tabi misilleme yapmaktan geri durmayan İsrailliler bir Filistinliyi kaçırıp ormanda öldürmüşler bu da tabi ki Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs-Sahra'nın kapanmasına (ve benim bir sonraki gün maceraya atılmama) neden olacaktı. 
Neyse Ağlama Duvarına gidip ileri geri sallanığ dua okuyan dileklerini kağıtlara yazıp rulo yapıp duvara tıkıştıranları da gördükten sonra gezmeye devam ettik. Bizim Kapalı Çarşı tadında şeyler satılıyordu. Yani İslami objeler + Hıristiyanlıkla ilgili çeşitli şeyler ve tabiki Yahudilikle ilgili neler neler. Kilise çanlarıyla ezan seslerinin karıştığı bir yer hayal edin. Hostelin tavanındaki balkonumsu yere çıkıp baktığımda bir yandan Yahudiler için kutsal sayılan tapınaktan geriye kalan tek yapı olan Ağlama Duvarı, diğer yandan Hz. Muhammed'in göğe yükseldiğine inanılan cami ve hemen kafamı 20 derece çevirmemle İsa'nın mezarının olduğu kilise. Evet hepsi bir panoramada. Çok değişikti idi gerçekten. 



Buraları gezdikten sonra Tower of David Museum (aslında bildiğin kocaman bir kale)'da ışık ve ses gösterisine gittik. Kısacası Kudüs'ün tarih boyunca el değiştirmeleri konu alınmış. Fotoğraf çekmek yasak olduğundan internetten bulduğum resmi koyayım da bir fikriniz olsun ne kadar muhteşem olduğuna dair: 


Sonraki günkü maceram yukarıda bahsettiğim Müslümanların en çok kutsal kabul ettikleri 3. yer olan iki camiye girmeye çalışmamla başladı. Her tarafımı kapatık şalımla kafamı örterek ilk güvenlik engelini sorguya uğramadan geçtim. İkincisinde nereli olduğum soruldu ve cevabım üzerine 'kimlik' görmek istediler. Bende galiba arkasındaki din : İslam kısmını görmek istiyorsunuz galiba ehe ehe diyip kimliğin arkasındaki haneyi göstermeye çalışırken elimden aldı adam kimliğimi ve önünü çevirip gayet başı açık şekilde sırıtan resmimi gördü. Neyse bir şey demedi ve içeri adımımı attım. Kubbet-üs-Sahra'nın güvenlik görevlisi olduğunu tahmin ettiğim kişi baya geniş kesimli olsa da pantolonumu beğenmedi. Üstünü örtmem için bir şeyler uzattı. Bende sarındım ve içerinin muhteşemliğinin göz kamaştırıcılığıyla içeri girip tam iki üç adım atmıştım ki arkamdan hey hop çüşşş sesleri yükseldi. Ben tabi korkuyla arkama döndüm ki ne göreyim, ayağımı işaret ediyorlar. Ben hayatında Sultanahmet'e anca girmiş onu da en az 5 sene önce yapmış insan olarak Müslümanların en kutsal kabul ettiği yerlerden birini ayakkabılarımla girmiştim. Utancımı saklamaya çalışıp içeriyi turlamaya başladım ki ne göreyim ahşap bir dolap gibi şeyin üstünde Türkçe bir şeyler yazıyor, fotoğrafını çekmemle kadının birinin koşup 'where are you from' demesi bir oldu. Neyse Türk olmam durumu kurtardı da bişi demedi neyseki. Oradan çıkıp diğer camiye doğru gittim. Orada da pek çok sorgulamadan sonra (dediğim gibi turistlere olaylardan dolayı kapatılıp sadece Müslümanlara açık olan bir gündü) oraya da uzun bir etek giydirilerek girebildim. Biraz dolandıktan sonra çıktım. Adamın biri istersem kalabileceğimi söyledi. Ben zaten ter içinde pişmişim heyecandan dilim damağıma yapışmış, kibarca adamı reddedip yoluma koyuldum. Peggy'e ulaşıncaya kadar arkama bakmadım resmen. Güvenli bir mesafeye gelince de başörtümden ve hırkamdan kurtuldum suyumu içtim rahatladım. O gün aynı zamanda Tower of David Museum'a girdik ki kendisi bir gece önce ışık ve ses gösterisinin olduğu yer idi. Kendimize birer audio guide alıp başladık tek tek her yerini keşfetmeye. Gelen saldırılar, salgınlar, ele geçirmeler arasında yıllar geçmiş. Belki de Kudüs'ü en iyi anlatan tamlama 'Buffer Between Empires'. Yani ne zaman ki bir imparatorluk güçsüzleşmeye başlamış Kudüs için nefes alıp gelişmeye zaman olmuş. Ta ki diğer imparatorluk üstünlüğünü kurup ele geçirinceye kadar.
Görülmeye değer muhteşem bir şehir. 

Tel Aviv, diğer izlenimlerim  ve İsrail (yahudilik vs) hakkında bildiğim yanlışlar konusunu bir sonraki yazımda paylaşacağım anacım.

Muah!





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder