26 Mayıs 2015 Salı

İş bulduktan sonra buraları ihmal eden Oye

Merhabalar,

Blog yazmaya beni ne yönlendirdi acaba diye düşündüm bugün. Bunun kaynağı ise bir arkadaşıma evliliğe son dönemdeki olaylardan dolayı değil, kendimi bildim bileli karşı olduğumu kanıtlamak üzere bloğumdaki bir yazıyı örnek vermemdi. (ahanda 15 nisan 2010 tarihli belirtilen yazım )

Sonra son yazılarımı okumaya başladım ve bir isyan & bıkmışlıkla karşılaştım. Sanırım istediğim işi bulduğum için rehavete ermişim, büyük bir sıkıntı yaşayıp yazmaya yönelmemişim yaklaşık geçen ağustostan beri. Yani en güzel romanlar 1. ve 2. Dünya savaşları, büyük buhran vs gibi zamanlar. Şimdi de büyük bir sıkıntı içinde olduğumdan değil de yazın vermiş olduğu bir boşluktan yazıyorum sanırım.

Zira özellikle mart - nisan - mayıs aylarının nasıl geçtiğine dair bir fikrim yok. Çalıştığım kurumun yönlendirme kurulu fahri başkanı Fatih Birol'un IEA icra direktörü olması şerefine mart ayında çırağan'da bir kutlama resepsiyonu gerçekleştirdik. LCV'si, hazırlığı, inspection toplantıları derken baya bir yorucuydu. Baya üst düzey oldu, bakan ve eski c.başkanı geldi. Onun estirdiği hava sonrasında da 6. UA Enerji Forumu'nu gerçekleştirdik. Tabi yine üst düzey konuşmacılar ve katılımcılarla. Velhasıl baya stresli ve yorucu bir dönemi geride bırakıp İsveç modeli çalışma düzenine geçtik a.k.a. 3 gün çalışma 4 gün tatil !!! Tabi şu 3 ayda ertelenen tüm işleri halledebilmek adına baya faydalı oldu. Örneğin uzun zamandır ertelediğim diş hekimine dolgumu gösterme işini bu hafta halledebildi ve haftaya kanal tedavisine gidiyorum :O sonrasında da kaplama olacakmış. Bugün sosyal medyaya sormam sayesinde bulduğum (belki dünyanın en datlu) diş helimiyle tanıştım. Kendisi herhangi bir işlem yapmadan yarım saat kadar beni rahatlatacak şeyler anlattı, resmen öğrencisiymişim gibi. Umarım eli de dili kadar hafiftir :)

Geçen yaz yaptığım Orta Avrupa gezisi ve bu ayın başında bir nişan vesilesiyle gidip gezdiğim Konya'yla ilgili iki yazı yazmak var aklımda. Düzeltmeleri yapacağım kitap bitince galiba, ya da arada sırada küçük notlarımı birleştiririm. Her ikisi de baya ilginç geçen zamanlarımdı. Temmuzda yapacağım Frankfurt - Paris - Antibes - Nice gezisi gelmeden bitireyim hatta. 

Bu yazıda neyi konu alayım peki? İş desem tıkırında gidiyor (thank god) hatta aramadığım halde işe girdiğimden beri yaklaşık 4 - 5 iş teklifi aldım bile. Ama şimdilik Türkiye'deyken bu işimde devam etmek istiyorum. Mesai saatinin geç başlaması, 5 civarı çıkmam, maaşım, patronum, çalışma arkadaşım, iş yerinin lokasyonu ve kendi güzelliği derken şikayet edecek herhangi bir şey yok gibi bir şey. Aslında bunu buraya yazmasam mı diye düşünmüyor değilim. Zira TR insanlarının %80'i işinden memnun değil. Ee %48'in asgari ücret aldığı bir ülkeden bahsediyoruz. Bu istatistikleri verirken geçmişte dönüp okurum diye buraya not düşeyim : yaklaşık 2 hafta sonra MV seçimleri var. Yine akp-chp-mhp partileri mecliste olur diye düşünülürken bir sürpriz de olacak gibi görünüyor. Parti olarak seçimlere girmeye karar veren hdp. Yani dünyadaki kendi sınırları olmayan en büyük azınlık kürtleri temsil eden siyaset biliminde 'single-issue party' olarak bilinen tüm politikaları tek bir temele bağlanan parti. Bu davası onun en büyük silahıdır. Bu davaya inanmış, hayat gayesi yapmış insanları hemen bu parti çatısı altında toplanır ve herhangi başka dişe dokunur bir çözüm / politika / yol üretmemesiyle ilgilenmez. Nitekim bu seçimde de kürtler ekseninde çıkıp azınlıkları merkeze koyup tüm politikalarını bunun üstüne kurmaya devam etmekteler. Tabi aç olan bir insana al sen bu kitabı çözümle demek ne kadar saçmaysa, temel kaygısı özerklik ya da azınlık haklarının arttırılması olan bir partinin birincil ihtiyaçları görmezden gelip ikincil gerekliliklere yönelmesi beklenemezdi. Neyse seçim ne getirir bilinmez. İddialara göre 3500 kişilik bir grup akp'nin seçimden %48 oy alması için uğraşacak. Benim koruyabileceğim tek bir sandık olacak. Umarım insanlar sorumluluklarının farkına varıp vatandaşlık sorumluluğunu yerine getirir, caddebostan'da biralı selfie paylaşmak yerine..
Zaten gelecek 3.5 senede herhangi bir seçim olmayacak.

Of siyaset de şişirdi içimi. Ama bir yandan da GoT beni çağırıyor =)

Haydin hayırlı ve mutlu anlar dilerim.


25 Ağustos 2014 Pazartesi

Pazartesi sendromsuz son pazarım

Hiyaaa sonunda iş buldum ya da iş beni buldu. Sonuç itibariyle 1 eylül 2014 günü itibariyle bende çalışan kategorisine resmi şekilde girmiş bulunacağım a dostlar.

Şubat ayında tez teslimimle başlayan stresli olduğu kadar beni sorgulamalardan sorgulamalara iten süreç sonunda nihayete erdi. Proje asistanlığı, o sırada yapılan kariyer.net, linkedin, yenibiriş başvuruları, tanıdıklar sayesinde haber alınan tekliflerle geçen 4 koca ay. Zaten ortalama 6 ay içinde iş buluyor insanlar demişlerdi ve sanırım bende bu istatistiği onaylayan bir grafik çizmiş bulundum.
Özetle Sabancı Üniversitesi'nin uluslararası ilişkiler ofisinden bir türlü gelmek bilmeyen cevabı karşılığında attığım mail akabinde taaa proje asistanlığımın başlangıcından itibaren çalışmayı kafama koyduğum yer olan İstanbul Uluslararası İklim ve Enerji Merkezi'nde görüşülme için çağırıldım. Zira ofisin seyahatleri dolayısıyla değerlendirme süreci aksamıştı. Neyse. Her şerde bir hayır vardır dedik. Dedik de yurtdışında olup hemen mülakata gidemeyeceğimi hesaplamamıştım. Neyse bir kolaylık yapıp ben döndükten iki hafta sonraya mülakat tarihi verdiler. Pazartesi gittiğimde meğer kariyer'deki mail adresime bugünün iptal olduğuna dair bir mail geldiğini öğrendim. Yerine gireceğim kızla konuştum bende, kendisi master tezini yazmak ve akademik kariyer yapmak adına işi bıraktığını söyledi. İşi de baya kötüledi, çok stresli olduğunu bir yıldır doğru düzgün tatil yapamadığını, komferans dönemindeki yoğunluklarını vs anlattı. Gerçekten bir kişinin üstesinden gelebileceğinden çok daha ağır işler olduğunu anlayıp tırstım. Sonraki gün patronumöa konuşup bir ekip kurulacağımı öğrenince biraz rahatladım ve işe ısındım. Bu pozisyona başvuran diğer üç kişiden biri de arkadaşım çıkmasın mı :) murphy kızı çizgimden çıkıyor muyum ne allahım ne mesudum çok şanslıyım derken tabiki olan olmaz mı olur. Sonraki gün oryantasyona gidip işi öğrenmeye başlayacakken patronumun "üniversitenin genel sekreteri seni over-qualified bulmuş, işe başlamadan önce onunla konuş ikna et, yarın da oryantasyona gelme" diyen sesini telefonun diğer ucunda duydum. Tabi bir işim de rast gitse ilk seferinde bu bloğu yazmama gerek kalmaz di mi? : ) acaba özürlü taklidi mi yapmam bekleniyor nasıl ikna edeceğim mi tam doğru qualificationlarda olduğumu diye düşünürken genel sekreterin dünya tatlısı hulusi kenter karakterli bir adam olmasıyla tüm düşünceler kafamdan uçup gitti ve spontane konuşmaya başladım. Galiba bu samimiyetiö de etkisini gösterdi ve işe alındığımı bildiren telefon akşam geldi !

Ve artık günler sayılı, iş kıyafetleri, evraklar, h,içi halledilmesi gereken işler derken bir hafta sonra işe başlıyorum !!!




7 Temmuz 2014 Pazartesi

Kudüs Gezim

Merhabalar!

Uzun zamandan sonra yazabileceğim heyecan verici bir hikayem var. Maalesef gezim boyunca not almayı unuttum bu yüzden biraz bölük pörçük yazı olabilir şimdiden uyarıp kendimi de garantiye alayım hehe.

Yolculuğumun başlangıcı biraz zor oldu, ee kuruluşundan beri savaşsız ya da çatışmasız bir günü geçmemiş bir ülkeye yelken açıyordum tabii ki farklı bir şey beklemiyordum. Hele ki yahudileri soykırımdan geçirmiş bir ülkenin vatandaşı olarak İsrail'e giriş yapacak olmam benim cesaret madalyası almamı hakettirecek başlı başına olay kanımca.. Neyse girizgahı çok uzatmadan gezimin detaylarına geçeyim.

Sabiha Gökçen'den olan uçuşum için uçak kapısını havalimanının en dibine koymuşlar ki tekrar önüne bir kişi dikip son kez kontrol yapabilsinler. Neyse uçağa bir grup bileğinde amsterdam - hollanda bilekliği olan ergenle geçtim. Sanırım hala içtikleri - kullandıkları uyuşturucuların etkilerindeydiler ki uçakta rastgele yalnız buldukları (ki uçağın neredeyse yarısından fazlası boştu) kişilerin yanına oturup muhabbet ettiler. Neyse uçak alçalmaya başladı bakıyorum aşağıya bir gram ışık yok. Alla alla hani tel aviv gelişmiş bir şehirdi, neredeyse bomboş tek ışık yok diyordum ki alçalarak Akdeniz üzerinde seyrimize devam ettiğimiz kafama dank etti =) Birden altımızda koca bir ışık hüzmesi ve gökdelenler yükseldi. Ben Gurion havalimanına indik ve pasaport sırası beklemeye başladım. Önüme de şişman mı şişman terli mi terli sesli mi sesli bir adam düşmesin mi! Adam susmuyor arkadaş! Ben de dahil olmak üzere çevremdeki kimse adamın ne dediğini anlamayıp sinirlerimiz bozulmuş şekilde gülüşmeye başladık. Neyse adam da geçti gitti pasaport kontrolünden sıra bana geldi. Bu arada pasaport kontrolündeki polislerin neredeyse hepsi kadındı. Ters bir suratla, 5N 1K sorularını yöneltmeye başladı ardı ardına... Cevaplarımdan tatmin olmamış olmalı ki beni pasaport kontrol edilirken gidip beklemem gereken bir odaya gönderdi. Benden başka orada bulunan 4 kız da almanca konuşuyordu. Bir polis yaklaştı ismimi söyledi bende kalktım. Gene bir soru şelalesi altında ıslanma seansı geçirdikten sonra pasaportum ve 3 ay İsrail'de kalabileceğimi belirten kağıtla çıktım. Bavulumun 5 numaralı bantta olduğuna dair bilgiyi tabeladan aldıktan sonra  gidip beklemeye başladım. Yaklaşık 10 dakika sonra bir yanlışlık olabileceği düşüncesiyle tekrar tabelaya baktım ve İstanbul'un önünde yazan uçuş numarasının benim uçağıma ait olmadığını farkettim ve başımdan aşağı kaynar sular dökülmüşken diğer İstanbul uçağına ait olmayan bantlara bakmaya karar vermişken o da ne benim bavulum Kiev'den gelmiş olan bavullarla beraber dönmekte! Hemen kaptığım gibi dışarı çıktım, Peggy & Avi'nin güvenli kollarına kendimi atıp dışarı çıktım. Kudüs'e gitmek üzere bir minibüs'e bindik ve yolun 45 dakika süreceğini öğrendim ve rahatladım çünkü gerçekten çok yorgundum (saat 00.45 civarı) Gel gör ki bizim şoför bizi en son bırakmayı kafaya koymuş ki doğu Kudüs (Filistinlilerin yaşadığı) civarını bile gezerek hostele ancak 3 gibi varıp uyuyabildik. Sabah 7.30'da hemen yakımındaki kilisenin 78 kere çalan çan sesiyle uyandık ve yola koyulduk. Hostelimizin Kudüs duvarlarının içinde her türlü tarihi yerin tam ortasında olması avantajını çok güzel kullandık. Önce Natalie Portman'ın da Kudüs'e geldiğinde kahvaltı ettiği bir kafeye geldik Buerekas (Börek) ve kekler yedik. Sonrasında hem tarihi çarşısını gezip hem de İsa'nın çarmıhtan indirildikten sonra getirilip yağlandığı hıristiyanlarca en kutsal yer kabul edilen Kutsal Kabir Kilisesini gezdik. Böyle en kutsal yer olunca en önemli 6 mezhep de gelip işgal ettikleri köşerleri altın varaklara ve freskolara boğmuşlar. Wikipediadan aldığım bilgiye göre bunlar:  Katolik KilisesiRum Ortodoks KilisesiErmeni Apostolik Ortodoks KilisesiSüryani Kadim Ortodoks Kilisesiİskenderiye Kıpti Kilisesi ve Habeş Ortodoks Kilisesi imiş. İsa'nın mezarının burada olduğuna inanılıyormuş. Biraz önce bununla ilgili bir tartışma okudum ama detaya girmeyeceğim.
Tabi tahmin edileceği üzere bol bol humus ve falafel yedim ! Humus üç katmanlıydı: bildiğimiz tahinli kısım, biraz daha cıvık bir kısım ve en üstünde de haşlanmış nohutlar. 
Bu arada gitmeden bir gün önce 3 tane 15 yaşında İsrailli gencin öldürülmesinin yası tutuluyordu. Tabi misilleme yapmaktan geri durmayan İsrailliler bir Filistinliyi kaçırıp ormanda öldürmüşler bu da tabi ki Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs-Sahra'nın kapanmasına (ve benim bir sonraki gün maceraya atılmama) neden olacaktı. 
Neyse Ağlama Duvarına gidip ileri geri sallanığ dua okuyan dileklerini kağıtlara yazıp rulo yapıp duvara tıkıştıranları da gördükten sonra gezmeye devam ettik. Bizim Kapalı Çarşı tadında şeyler satılıyordu. Yani İslami objeler + Hıristiyanlıkla ilgili çeşitli şeyler ve tabiki Yahudilikle ilgili neler neler. Kilise çanlarıyla ezan seslerinin karıştığı bir yer hayal edin. Hostelin tavanındaki balkonumsu yere çıkıp baktığımda bir yandan Yahudiler için kutsal sayılan tapınaktan geriye kalan tek yapı olan Ağlama Duvarı, diğer yandan Hz. Muhammed'in göğe yükseldiğine inanılan cami ve hemen kafamı 20 derece çevirmemle İsa'nın mezarının olduğu kilise. Evet hepsi bir panoramada. Çok değişikti idi gerçekten. 



Buraları gezdikten sonra Tower of David Museum (aslında bildiğin kocaman bir kale)'da ışık ve ses gösterisine gittik. Kısacası Kudüs'ün tarih boyunca el değiştirmeleri konu alınmış. Fotoğraf çekmek yasak olduğundan internetten bulduğum resmi koyayım da bir fikriniz olsun ne kadar muhteşem olduğuna dair: 


Sonraki günkü maceram yukarıda bahsettiğim Müslümanların en çok kutsal kabul ettikleri 3. yer olan iki camiye girmeye çalışmamla başladı. Her tarafımı kapatık şalımla kafamı örterek ilk güvenlik engelini sorguya uğramadan geçtim. İkincisinde nereli olduğum soruldu ve cevabım üzerine 'kimlik' görmek istediler. Bende galiba arkasındaki din : İslam kısmını görmek istiyorsunuz galiba ehe ehe diyip kimliğin arkasındaki haneyi göstermeye çalışırken elimden aldı adam kimliğimi ve önünü çevirip gayet başı açık şekilde sırıtan resmimi gördü. Neyse bir şey demedi ve içeri adımımı attım. Kubbet-üs-Sahra'nın güvenlik görevlisi olduğunu tahmin ettiğim kişi baya geniş kesimli olsa da pantolonumu beğenmedi. Üstünü örtmem için bir şeyler uzattı. Bende sarındım ve içerinin muhteşemliğinin göz kamaştırıcılığıyla içeri girip tam iki üç adım atmıştım ki arkamdan hey hop çüşşş sesleri yükseldi. Ben tabi korkuyla arkama döndüm ki ne göreyim, ayağımı işaret ediyorlar. Ben hayatında Sultanahmet'e anca girmiş onu da en az 5 sene önce yapmış insan olarak Müslümanların en kutsal kabul ettiği yerlerden birini ayakkabılarımla girmiştim. Utancımı saklamaya çalışıp içeriyi turlamaya başladım ki ne göreyim ahşap bir dolap gibi şeyin üstünde Türkçe bir şeyler yazıyor, fotoğrafını çekmemle kadının birinin koşup 'where are you from' demesi bir oldu. Neyse Türk olmam durumu kurtardı da bişi demedi neyseki. Oradan çıkıp diğer camiye doğru gittim. Orada da pek çok sorgulamadan sonra (dediğim gibi turistlere olaylardan dolayı kapatılıp sadece Müslümanlara açık olan bir gündü) oraya da uzun bir etek giydirilerek girebildim. Biraz dolandıktan sonra çıktım. Adamın biri istersem kalabileceğimi söyledi. Ben zaten ter içinde pişmişim heyecandan dilim damağıma yapışmış, kibarca adamı reddedip yoluma koyuldum. Peggy'e ulaşıncaya kadar arkama bakmadım resmen. Güvenli bir mesafeye gelince de başörtümden ve hırkamdan kurtuldum suyumu içtim rahatladım. O gün aynı zamanda Tower of David Museum'a girdik ki kendisi bir gece önce ışık ve ses gösterisinin olduğu yer idi. Kendimize birer audio guide alıp başladık tek tek her yerini keşfetmeye. Gelen saldırılar, salgınlar, ele geçirmeler arasında yıllar geçmiş. Belki de Kudüs'ü en iyi anlatan tamlama 'Buffer Between Empires'. Yani ne zaman ki bir imparatorluk güçsüzleşmeye başlamış Kudüs için nefes alıp gelişmeye zaman olmuş. Ta ki diğer imparatorluk üstünlüğünü kurup ele geçirinceye kadar.
Görülmeye değer muhteşem bir şehir. 

Tel Aviv, diğer izlenimlerim  ve İsrail (yahudilik vs) hakkında bildiğim yanlışlar konusunu bir sonraki yazımda paylaşacağım anacım.

Muah!





25 Haziran 2014 Çarşamba

Kısa kısa vol. hmmm

Merhabalar,

Uzun bir aradan sonra tekrar yazayım dedim. Ama yazacak da çok konum olmadığından kısa kısa yazı dizime bir yenisini eklemek istiyorum.

*Gene naçizane gündemimdeki en büyük konu iş başvuruları, bulamama, sıkıntı...Ama en azından şuanda önümde 3 adet seçenek var. Birincisi MTU isimli Alman motor-tirbün şirketi. Kendileriyle mayıs ayında MT (management traniee) pozisyonu için görüştüm. Tesadüf o ki beni mülakata aldıkları odanın adı Manavgattı ve üç dilde birden mülakat yaptım. Sonra Kartal'daki yerin müdürüyle gene üç dilde mülakattan sonra beni genel müdür yardımcısıyla tanıştırdılar. Kendisi şirin bir adamcağız, genel olarak yaptıkları projelerden, ortadoğuya açılma planlarından bahsettiler. Bu arada genelmüdür yardımcısıyla görüştürmeden beni 1.5 saat kadar beklettiler. Daha sonra düşündüğümde bunun benim sabrımı sınamak için bir test olduğunu anladım. Ya da belki adam gerçekten meşguldu. Neyse sonuç itibariyle o kadar süre bekledim ve adamla nazikçe görüştüm (tamam kabul bir kere laf soktum - ''1.5 saat beklediğim için şirketin girişini baya inceleme fırsatı buldum'' =) İkinci mülakatta da başka bir yetkiliyle görüştüm kendisi bana çok dostum olmaması gerektiğinden, kapitalist dünyanın soğuk yüzüne, kendisinin tecrübelerine kadar pek çok şeyden bahsetti ve benimle çalışmak istediklerinin söyledi. Zaman konusunda anlaşamadık ama bana temmuz sonunda tekrar dönecekler ağustosta bir pozisyonda başlamam için. Ikinci seçeneğim Ernst&Young şirketi. Üç hafta önce mülakat öncesi sınavına girdim,İngilizce kısmını 20 dk.da yapıp çocuğu koysam da genel yetenek kısmı epik feyıl. 35 soruyu 45 dk.da yetiştiremedim. Hesap makinasıyla ve test çözmeden geçmiş yıllar meyvelerini çok acı verdi. Zaten benimle sınava giren en az 60 70 kişi daha vardı ve bu sınav gibi daha 3 tane seans daha vardı o gün içinde. Veee en son seçeneğim ve sanırım gönlümden geçen Sabancı'da Uluslararası İlişkiler Ofisinde tanıtım görevlisi. Telefon mülakatım güzel geçti, neredeyse 20 dk aralıksız konuştum. Üniversitenin uluslararasılaşma politikasına bağlı olarak doğuya açılması planlanıyor. Doğu derken Pakistan, güneydoğu Asya ve doğu Asya. Baya seyahat ediliyormuş. Benim gibi konuşmayı, uluslararası ortamları ve seyahati seven biri için biçilmiş kaftan! Temmuz ayında ikinci mülakat yapılacak haber bekliyorum oradan da. 

*Bugünlerde ülke gündemini belirleyen / belirlemeye çalışan iki konu var. Birincisi ağustostaki cumhurbaşkanlığı seçimi ikincisi de hakkında haber yapılmasına izin verilmeyen IŞİD belası. CHP - MHP çatı adayını Ekmeleddin İhsanoğlu (tek seferde gugıla bakmadan yazdım) olarak belirledi ve akapede 1 temmuzda açıklayacak (büyük ihtimalle rte). İnsanların yazlıklarından bile oy kullanabilmeleri sağlanacak. Umarım endişeli modernler/liberaler bu fırsatı tepmezler. Diğer konu ise içler acısı, bu İslamik ektremist grup içerisinde 2 bebeğin, tır şoförlerinin ve konsolosluk çalışanlarının olduğu 80 kişiyi ellerinde tutuyorlar. Hakkında haber yapmak yasak. Irak'ın kuzeyinden başlayarak Suriye ve güneye yayılmaya devam ediyorlar. Amerika hala müdahale etmedi, bizimkilerinde tek açıklaması 'gücümüzü sınamasınlar'! Çok kaygı verici gerçekten.

*Ramazan ayı gelmek üzere. Şimdiden çeşitli yerlere çadırlar ve standlar kurulmaya başlandı. Hatta baya yayılmacı bir politika izlediklerini gördüm özellikle Beyazıd meydanı civarında. Bu ramazan ÇOŞKUSU lafı bir tek bana mı garip geliyor? Peygamberin çölde aç kaldığı zamanda yaşadıklarını anlamak, elindekilerin kıymetini bilmek ve nefsini köreltmek değil mi oruç tutmanın ve genel olarak ramazanın manası. Çoşku biraz abes kaçıyor bence. Tamam beraber iftar açmak falan amenna da ne bileyim. Ben temmuz ayı boyunca Seferi olacağım içün 'çoşku'luyum yalnızca. 1 - 5 temmuz arası İsrail ile başlayacak seyahatimi 12 -17 temmuz arası Antalya, 20 - 27 temmuz arası Budapeşte-Prag-Viyana izleyecek yıh yıh yıh.Özellikle İsrail konusunda çok heyecanlıyım. Artık batı Avrupa'dan bıkıp yönünü doğuya yöneltmiş bir homo sapiens olarak kendimi çok şanslı hissediyorum. Hatta asıl şansım beni orada karşılayacak ve gezdirecek bir arkadaşım ve onun İsrailli kocasının olması. 3 yıl sonra tekrar görüşeceğimiz için çok sevinçliyim ~(^^)/ Ramazan ayında gidecek olmam da oradaki çatışmayı bir nebze olsun azaltır diye ummaktayım tabiki. 

*Bu aralar makyaj videolarına ve ürünlerine sardım anacım. Bir arkadaşımın instagramda makyaj hesabı açmasıyla beraber bilmediğim ne çok şey olduğunu farkettim. kontur, bronzır, ışıltılı-ıslak bitiş vs vs terminolojiye inanılmaz uzakmışım. Şimdi kendimi baya geliştirdim. İndirimlerden yararlanarak kendime ufaktan bir koleksiyon bile oluşturmaya başladım. Daha kendime çok uygulamıyorum ama şu lekelerden falan kurtulduktan sonra yapacağım. Çünkü makyaj gerçekten de temiz bir cilde güzel gidiyor. Her ne kadar kusur kapattığı bilinse de sorunlu bir cildi bir de makyajla yormak hem çok anlamsız hemde erken yaşlanmaya davetiye. 

Galiba şimdilik bu kadarcık.

Sağlık & sevgi dileklerimle..












11 Nisan 2014 Cuma

Same Mistakes

http://vimeo.com/20071532

(ha bu arada youtube engellendigi icin vimeo koyuyorum. Ozgurlukler diyari ulkemizden dunyaya selamlar sevgiler...)

I make the same mistakes
Feels like I never learn
Always give way too much
For little in return

I haven't changed a bit
I'm still not over it
I make the same mistakes
I make the same mistakes
I...

I never did grow up 
Feels like I never will
My friends are all adults
I'm still a teenage girl

I haven't changed a bit
I'm still not over it
I make the same mistakes
I make the same mistakes
I...

My friends are all a drag
They think I'm such a flake
They want to go to bed
I want to stay up late
Walking the streets alone
Thinking of you 'til dawn
I make the same mistakes
I make the same mistakes
I...

I make the same mistake
(I never did grow up)
Feels like I never learn
(Feels like I never will)
Always give way too much
(My friends are all adults)
For little in return
(I'm still a teenage girl)
I haven't changed a bit
I'm still not over it
I make the same mistakes
I make the same mistakes
I...

I make the same mistakes
(My friends are all a drag)
Feels like I never learn
(They think I'm such a flake)
Always give way too much
(They want to go to bed)
For little in return
(I want to stay up late)
I haven't change a bit
(Walking the streets 'til dawn)
I'm still not over it
(Thinking of you)
I make the same mistakes
I make the same mistakes
I...



"100,000 monks in prayer for a better world"



12 Mart 2014 Çarşamba

KATIL VAAAAAR!!!

Berkin Elvan, 14 yaşında Okmeydan'ında başına isabet eden gaz fişeği yüzünden 269 gün komada kaldıktan sonra 15 yaşında, 16 kilo dün hayata gözlerini yumdu. Her ne sebeple olursa olsun bir çocuğun ölümü her daim hüzünlüdür. Hele de hayatındaki en değerli şeyin önünde yaşanacak günleri olan gencecik bir fidansa...
Yazmak istediğim o kadar çok şey var ki nereden başlasam bilemiyorum.
Belki önce dün sokakta olan benim gibilerin neden bu kadar tepkili olduğunu, daha belki çocuk sahibi olmamış o kadar insanın nasıl bir annenin acısını paylaşabildiğini anlatmalıyım.
Bilindiği üzere olaya dair herhangi bir kamera kaydı yok, bu da görgü tanıklarının ifadelerini tek kanıt haline getiriyor. Ee orada görevli polisler de amnezik taklidi yapıyorsa faili meçhul hanesine +1 yazmaktan başka bir çare de kalmıyor maalesef. 
Bununla da kalsa gene iyi, nasılsa polisin bu gibi açıklamalarına alıştık. Aynı şey gezi direnişi sırasında kamera görüntüleri olmasa aynı ifadeler sayesinde Abdullah Cömert'i öldürmekten paçayı sıyıracak olan A.K. için de geçerli olacaktı.
Ama tüm bunları geçtim, olabilir her polisin psikopatlığı ya da özensizliğinin hesabını belki RTE'ye soramayız fakat ya yaptığı açıklamalar? 

'PolisiME VUR emrini BEN verdim'

'PolisiMİZ destan yazdı!'

Üstüne bir de likayat nişanı takması?

Bir özür veya başsağlığı bile dilememesi yenilir yuturlur cinsten değil. Ya bu adamın danışmanları gerçekten mal ya da adam gerçekten kalpsiz. Madem herkesi kucaklıyorsun nerede senin vicdanın? O hep sığındığın Müslümanlığa sığar mı bu? 

Ergenekon ve Balyoz ile başlayan askerin tasviyesini askeri, 10.000 polisin yerlerinin değiştirilmesi (cemaatin temizlenmesi adı altında) polisi vurdu. Fakat artık MİT'in eline neredeyse sınırsız yetki veriliyor, 'görev' adı altında istediğini yapabiliyor. Yani kısacası son kaçış olarak MİT'e sığınan bir başçalanımız var. Bakalım ne zamana kadar devam edebilecek bu ittifak? Cemaat buradan temizlendiği ve başına Hakan Fidan getirildiği için başlamadı mı zaten tüm bu olanlar? Sonrasında Gezi desteği ve dershane krizi tuz biber olmadı mı şimdiki bu 12 yıllık ittifakın bitmesine?
Feto Berkin için taziye mesajını Cumhuriyet Gazetesinden veriyorsa artık bir şeyler gerçekten tersine dönmüş demektir. Boşuna Cemaat Halk Partisi diye dalga geçmiyor hülolar. Herkese yaranmaya çalışan 'catch-all' partisi olmak Kılıçdaroğlu'na neler kazandırıp neler kaybettirir 30 mart seçiminde görülecek. Siyasetimiz hala pis kalacak bundan şüphem yok. Bu bölümü bu ülkede okuduğuma da bazen pişman olmuyor değilim. 

O yüzden şimdiden bu olasılıkları düşünelim ve üzülmeyelim bence. Önümüzdeki seçimlerde AKAPE'nin kaybı ancak %5 civarında olacak. Bunun bazı sebepleri aşağıda paylaştığım yazıda gayet net dile getirilmiş. Maalesef iyiye doğru değişim bir ayda olmayacak, olamayacak. kendimizi kandırmayalım. Ama sabretmekte fayda var. Gezi&yolsuzluk dışarının bize bakışını çok değiştirdi, artık arabulucu olarak bile istenmiyoruz(ukrayna örneği) şu an seçim siyasetine çok gömüldüğümüz için farkında değiliz sadece.. 

Kısacası : 

Medya –> havuz (alo fatih)
HSYK –> adalet (!) Bakanlığına bağlı
Banka –> ayakkabı kutusu
Fenerbahçe –> yönetimine müdahale
17 aralık tutukluları –> hepsi serbest
Sayıştay –> raporlar hasıraltı edilmiş
Cumhurbaşkanı –> etkisiz eleman 
İnternet –> VNP'ye emanet
Gazeteci –> mahkumiyette dünya rekoru
Kontrol mekanizmalarının(hortumların) hepsi kendilerine bağlı.
http://www.youtube.com/watch?v=X83lHhNY_kw





#BerkinElvanÖlümsüzdür


17 Şubat 2014 Pazartesi

Caprice Gold Maldives & The Wolf of Wall Street


Merhaba,

İş aramaktan ve aranmamaktan bunalmış bir halde gene karşınızdayım. (kimi kandırıyorum kimse okumuyor)
Neyse ben gene de yazıp içimi dökeyim bari. Bu aralar zenginlik - fakirlik, para, mutluluk konularına çokça kafa yormaktayım. Kendime uygun iş aramanın verdiği bir bezginliğin yan etkilerinden olsa gerek... Ve de izlediğim reklamlar ve filmlerden etkilenme..
Malumunuz parayı ikinci plana atma ve mutluluğu başka şeylerde arama taraftarıyım. Tabi parasız olunca da düşünülen tek şeyin para olduğunun da farkındayım. bkz. zenginin malı züğürdün çenesini yorar. Ama geçen sene yazdığım yazılardan birinde bahsettiğim üzere aslında en büyük mutluluklar dört duvar + çatı altında değil, açık hava + güneş/yıldız altında yaşanıyor kanımca. 

Hazır dünyadan kopup uzaya gitmişken beni rahatsız eden ilk konuya gelelim. İlk 7 AY'lı otel Caprice Gold Maldives Müslüman aleminin beğenisine sunulmuş. Şimdi rezervasyon yaptırırsanız 10 günlük tatili 5,5 milyara kapatabiliyorsunuz!!! Kadınlar ve erkekler için ayrı plajlar ve hatta aileniz için ayrı bir şekilde kiralayabileceğiniz adalar düşünülmüş. Hepsi de dünya nimetlerinden elini eteğini çekip tasavvuf aşkıyla yanıp tutuşup çile doldurması has ibadetin gereği sayılan Müslüman kardeşler için düşünülmüş. Ne mutlu sizlere. Artık yabancı erkeklerin istek dolu bakışları üstünüze yapışan haşemanızın üstünde olmadan siz de bikinilerinizle güneşin tadını çıkarabileceksiniz. Kaymak tabaka Müslüman olmak da bir ayrıcalık azizim.



Beni bu derin düşüncelere gark eden diğer şey ise The Wolf of Wall Street filmi oldu. Filmi izlemediyseniz okumayın bu paragrafı spoiler olmasın. Şimdi filmde hırslı bir Wall Street borsa broker'ı görmekteyiz. Aldığı tavsiyelerle daha da hırslanıp piyasaların çöktüğü o 'Black Friday'e kadar gayet güzel işinde ve gücünde olan bir karakter görmekteyiz. Black Friday ile küçük bir darbe alsa da %50 komisyon veren Penny Stock'ları satmasıyla tekrar düze çıkıyor ve kendi şirketini kurup genişletiyor sevgili Leo. Izletirken öğretme ve ders verme amacı güden sevgili Holivud tabiki işleri ters yüz edip salıyor FBI'yı üstüne işleri bozulma noktasına geliyor. İşte burada kritik nokta, Leocan şirketinin soruşturmaya uğramaması adına işi arkadaşlarına bırakıp arka planda yönetmekle şirketin başında kalıp soruşturmaları savuşturma arasında kalıyor. Ve hırsına yenik düşüp birinci seçenekte karar kılıyor tabiki. Olaylar bundan sonra kopuyor ve tabiri caizse boka sarıyor. Elindeki her şeyi, arkadaşlarını ve ailesini kaybediyor. Fakat film mantıklı bir şekilde bitiyor çünkü bu kadar zeki bir adam tabiki çulsuz kalmıyor tüm bu süreci çeşitli showlarla 'sell me this pen' gibi sorularla satıyor.

İşte böyle. Para = mutluluk değilmiş, satın alınamayan şey hala çok bu kapitalist dünyada.

Dün ise bu videoyu gördüm ve yorum yapamayacağım galiba.

http://www.youtube.com/watch?v=H3hskbuFtVI