17 Ocak 2011 Pazartesi

Freedoooooooooooommmm!!!! ???

Merhaba sevgili blog,
naber nasılsın uzun zaman oldu?
ama inan inan inan insalıktan çıktım kaç haftadır, şöyle özetleyeyim:
31.12 - 01.01.11:
arkadaşlarla evde geçirilen, içki, şamata neşe eğlencenin gırla gittiği mikemmel bir yılbaşı eğlencesi ardında sabah servisi kaçırmamak için nöbetçi bırakılan ben!herkes mışıl mışıl yere paralelken ben yer çekimine karşı inat slope'u 45'den aşağı düşürmemek uğruna simpson'dan garip garip belgesellere kadar zap'ladım durdum. Neyse uyandırmakla görevlendirdiğim insanları uyandırıp gün doğmadan yola çıktık ve benim uykusuzluk maceram bu gün ile başlamış bulundu.
O zamandan beri rahat yüzü göremedim be blog.
ajandam aynen şuna benziyordu:
IR (international relations) discussion'a düzenli olarak yaz %30 etkiliyor son notu (şimdi burada paraztez açıp açıklamalara girişelim: PennState'den yeni mezun tıfıl toy ve bir o kadar da heyecanlı sevgili dış politika analizi hocamız, yaşının da verdiği bir şevkle benim SuCourse'da sabancı hayatım boyunca kullanmadığım 'Discussion' kısmını kullandırttı biz sevgili kurbanlarına! konu: önemli bir dış politika uzmanısın, ülken de güçlü, etkili, hükümetine otokratik (türkçesi bu mu?) milletleri desteklemesini salık verir misin?Neden?)
tabi sürekli hummalı bir araştırma yaz babam yaz, tabi sınıfta simülasyon var ona da hazırlanmak lazım. Benim grubumda exeter'de okuyan d.c.'li bir megasüpper ingilizcesiyle biz garibanları ezen bir vatandaşında olduğunu eklemeden edemeyeceğim. Hatta babam murphy beni bu durumdada yalnız bırakmadı, yazdığım her eleştiri, bu çocuğun yazdığının altına düştü, tabi ingilizcemin nasıl primitiv gözüktüğünü sen tahmin et artık =/
07.01-14.01
neyse dedik, bundan kurtulduk, 3000-4000 kelimelik essay ayın 11'ine, 11 12 13 14 (sıralanmış) finallerim de tuz biber oldu bu döneme. Ha tabi unutmadan Master da yapacağım ya onlarında başvuru deadline'ları yaklaşıyor onları yetiştirme stresi ayrı taraftan bastırıyore!

uyuyamama durumuma babamla yaptığım bir telefon konuşması da çok güzel katkılar yaptı!
şöyleki, şimdi benim iletişime acayip açık babam bir arkadaşının otelinde, 'Hüseyin Çelik' adında bir amcayla tanışmış, alla ala dedim isim bir yerden tanıdık ama.eğitimle de alakalı adam hmms. Neyse aylar önce konuşmuştuk ALES'e girin sonra tekrar görüşelim dedi bu amcacım. Ben daha ne olduğunu anlamadım. Tek bildiğim bu Hüseyin Bey'in beni yazın yurtdışına staja yollayacağıydı. ALES ne alaka dedim babama öyleymiş işte gönderiyor devlet kalifiye eleman için dedi. İyi dedim MA öncesi staj çok schön olur hem masraflarımda karşılanıyor oh kebap!
sonra ALES sonucumu mail attım babama telefon açtı akabinde hüseyin bey'i veriyorum telefona dedi. Ha iyi hehe merhabalaar, nasılsınız diye afalladım (çünkü o an eski milli eğitim bakanıyla konuştuğumun farkına vardım! )
adam beni yurtdışına master ve PhD.'ye yollayacaklarını aylık 1600$ vereceklerini falan anlattı ballandıra ballandıra, OMG bu işin cost kısmı ne olacak diye içim içimi yerken, çok beklemem gerekmedi ki adam benim bundan sonraki 20 yıllık hayatımın profilini çıkarmasını dinledim telefonda!
"Hıms Oya Hanım, şimdi bu puan fena değil ama bir 90 üzeri olsa daha iyiydi, yani tabi mesela İstanbul üni. olmaz da Aksaray Üni olur Bartın Üni olur" gibi bir laf etti,
"pardon anlayamadım ne demek istediğinizi?"
"e yani boşuna vermeyeceğiz herhalde o kadar parayı, dönünce bu üni'lerden birinde öğretim görevlisi olarak başlayacaksınızi ALES puanınıza göre"
(şimdi işin mantık dışılığına dikkat çekmek istiyorum sevgili blog: ben şimdi gideceğim 6 sene dışarılarda dirsek çürüteceğim, sonra 6 sene önce aldığım ALES puanına göre beni itin öldüğü bir yerde belki araştırdığım alanın bile olmadığı bir yerde öğretim görevlisi yapacaklar!!!!!!!!!!!!)
tabi kafamdan bu düşünceler geçerken sesime yansıttım bu hayal kırıklığımı,
sevgili Hüseyin Bey tam da RTEvari kabalaşan bir kasımpaşalı aymazlığı ile "e tabi yani böyle bir şey yapacaktınız, yok ben sizi muhattabım kabul etmiyorum diyorsanız biz zaten sizi etmiyoruz o tüm verdiğimiz parayı da 60 ay içinde geri ödersiniz" dedi ve ben 
> (0.0)' durumuna bağladım.  "hım evet teşekkürler, kafamda netleşti şuanda her şey tşkler"
neyse kapattık beni aldı bir düşünce, sahi ne yapacaktım ben dönünce?
Tamam Warwick'ten aldık kabulu de ee sonrasında?
Final dönemi başlangıcını böyle yapmak baya güzeldi, evet.
Sonra o kabus gibi dönem başladı, artık resmen kafeinden elleri titreyen, gözlerinin altı çökmüş, uyuyamayan mal oye'ye bağlamıştım.
Tabi kabus finallerle bitmedi sonrasında TOEFL (2) maceram oldu, kaydımı alan adam elinde "TÜRKİYE CUMHURİYETİ NÜFUS CÜZDANI" elinde bana "sen türk müsün?" diye sordu, annemin adını görünce, eh yani dedim. "ha sonra sorun çıkmasında" dedi bir de
hey yarep dedim, hep beni bulur böyleleri.
Allah için sınav boyunca yanımdakilerin masayı sallamaları dışında bir sorun yaşanmadı!
Haftasonunu dinlenerek geçirdim, Elif Şafak'ın 'Aşk'ına başladım, Ahmet Ümit'in  de Mevlana'tı işleyen kitabını okumuştum, aha dedim, gene klasik 'bir konu bulduk bunu dibine kadar sömürelim' (bkz. dizilerimiz ve edebiyat kitaplarımız) döngüsüyle karşı karşıya olduğumu anladımi ama kitap sardı bu hafta bitiririm herhalde. 
Tabi okulla işim bitmedi, sevgili gay, italyan, çatlak görsel kültür hocamın yazısını yazmam gerekiyor, toplumsal ve siyasal bilimler öğrencisi olarak, çok acı cidden.
Hala kendime soruyorum neden sanat kuramı ve eleştirisi yan dalı yaptığımı, yanıtı bulursam haber ederim.
şimdilik bu kadar
özlemişim yazmayı =)

24 Aralık 2010 Cuma

bu da günün anlam ve önemine uygun olsun

                                Happy Christmas! Frohe Weihnachten!

21st century Yin Yang!

Figures for 2005 show that 1.6 billion adults are overweight and 400 million are obese.
About one sixth of the world's population, or about 1 Billion people are starving!



21 Aralık 2010 Salı

ALES maceram ve klasik bir "Dikkat Oya Uçağa Bindi tüm deliler toplaşın garii" Hikayem!

Üniversite yıllarının sonuna gelmiş, kafasına derin düşünceler gark olmuş, çalışma hayatımı 9-5 ne arar na burda diyen her sağlıklı gürbüz Türk genci gibi bende ALES'e girdim bu pazar.
Daha önceden bir arkadaşımın uyarmış olmasıyla çok dumur olmasamda, sınav sistemini bu kadar değişmiş bulacağımı bilmiyordum, şöyleki:
3 4 yıldır sözel, sayısal 1 & 2 toplam 160 soru olan sistem, bu sene 50 soruluk söz 1-2 say 1-2 bölümlerine ayrılmıştı. Acep uluslararası ilişkiler EA mı Sözel mi, yok ya ekonomi var o kadar işin içinde EA'dır EA diye kendimi rahatlatıp başladım çözmeye, hee olayların başını anlatayım hele.
Şimdi efenim, KPSS kriziyle çizilen karizmayı cilalamaya çalışan 12 eylül meyvesi YÖK, sınava küpe, yüzük, kalem, silgi vs vs her şeyi getirmeyi yasaklamış ve bu ihtiyaçları (yiyecek de dahil) bizzat karşılayacağını yazmış gönderdiği giriş mektubunun ücra bir köşesine.
İyi dedik madem metal dedektörle falan aranacağız bari erkenden gidelim de sırada çok beklemeyelim dedim. annemi de acele ettirerek evimizden bile görünen ama gitmesi cambazlık isteyen AÜ'nün İktisadi ve idari bilimler fakültesinin yolunu tuttuk. Ben ulaştığımda daha kapıları bile açmamışlardı zaten benimle birlikte 3 insan 4 kedi bekliyordu yalnız dışarıda.
Neyse şöyle üstünkörü bir aramayla içeri alındım aNfimi buldum (kavrama hasta oldum, 15. sırada ben oturuyordum ve en son sıra da benimkiydi=] ) wc'ye uğradım (sabancı söylediğim tüm kötü şeyler için affet beni sevgili okulum) o ne biçim bir koku, nasıl bir temizlik anlayışı cidden çok kınadım neyse biraz da midem bulanarak geçtim oturdum gene aNfime. Bu arada iki önümde oturan çocuk "sizin Oye ____" olma ihtimaliniz var mı gibi beni benden alan bir soru sordu, "ee evet?!" dedim, "M.A.L. mezunu musunuz?" dedi, (maalesef okulumun kısaltması bu =] ) "evet" dedim naiv bir şekilde tekrar, "hah bende TMB'den İ." "aa tabi ya seni benzetmiştim zaten, ee napıyorsun nasıl gidiyor?" "iyi işte burada felsefe bitirdim şimdi de şkk.." "aa sizn bölümü kaldırmışlar doğru mu yeaa?"
(dumur bir surat ifadesi akabinde kısılan bir ses, o andaki hayal kırıklığı benim densizliğim vs.)
"yoo ben girdiğimde açıldı bölüm 5 senedir de devam ediyorum kapanmadı yani" dedi,
"şimdi de yüksek lisans yapacağım" dedi, "belli oluyor" gibi kendime göre gayet komik bir espri yapsam da karşımdan aynı tepkiyi alamadım velevki başarılar dileyip önüne döndü kafasına tilki soktuğum sevgili lise arkadaşım =]
Neyse zaman problemi de yaşasam girmek istediğim okulun barajını geçecek kadar puan alarak alnımın akıyla geride bıraktım bu sınavı da (eleştirmeden edemeyeceğim, ayşe beril cem düriye esra fatih'in [dikkatini çekerim isimler alfabetik sırayla gidiyorki tablo kurarken kolaylık olsun tşkler ÖSYM! http://video-klipleri.org/deliimport/osym-gozumu-ye-klibi_7ab5bd59b.html ) hangi gün ne renk gömlek ya da pantolon giydiği benim uluslararası ilişkiler okuma potansiyelimi nasıl ölçebiliyore?  Neyse bu TR eğitim sistemi beni aşar hiç girmeyeyim çıkışı yok.

Ayt-Saw uçağı klasik maceralarımdan birini daha yaşadım bu sefer biraz paylaşayım dedim, zira uçağa bindiğimde vücudumun tek kafamın ise param parça çıkacağını biliyorum her seferinde bir olay gelir başıma hiç sekmez, babamdan aldım bunu, zira o da yağsız bir sabah kahvaltısı ister yağ içinde yüzen antrikot getirirler vs vs yani buradan pay biçin =]
E sırasında oturduğumu gördüm ve yıkıldım, kesin iki yanıma iki birbirinden garip insan kılığında ____ (fill in the blanks) oturacak zehir olacak yolculuk biliyordum.
Neyse elime aldım POLS 353 okuması en azından sohbet etmek zorunda kalmam dedim.
Vee birinci insan geldi ki zaten bekleme salonunda da karşımda oturup bağıra bağıra konuşuyordu telefonda "eyvah eyvah" dedim içimden. Ses bir yere kadar bir de kokusu vardı ki sorma! Bir türlü yerinde duramıyor o sağına soluna dönüyor bacaklarını oynatıyor dergiyi alıp garip hareketlerle okuyor (gibi yapıyor?) sürekli öff püfff aaa sesleri çıkarıyor neyse aldı benim kemerimin bir tarafını taktı bir şey demedim nasıl olsa pencere kenarında oturacak diğer insan  için tekrar çıkarması gerekecek o kemeri ki çok geçmeden "geçebilir miyim" diye bir ses duyduk tepemizde. sol tarafımdakine göre nispeten daha az kokulu ve gürültülü seyahat arkadaşım da sağıma oturunca takımı tamamladık. Ha tabi arkamda dizini sırtıma dayayan dayı, yan tarafımdaki üç meditasyoncu, spiritüel ablalar ve onların önündeki 3 adet kırocan da bu seyahatimin baharat kısmını oluşturdular sağolsunlar, yerlerine başka figüranlar da geçse (bkz. uçaktan tırsan orta-üstü teyze, çok soru soran "aa özel okul mu? burslu musun?nasıl sizde bölüm yok?" (içinde de vah vah bir yeri kazanamamış hayal kuruyor bölüm seçeceğim diye) ortaüstü x2 teyze(!), senkron bir şekilde zırlayan 0-3 yaş takımı (ki genelde hem zırlar hem koltuğumu tekmeler bu grup).
Bu arada pilotumuz ve hosteslerden biri Alman Türkçesinden hemencik çıkardım bu bir iç hatlat yolcuğu için ilkti benim için. Hosteslerin birinin yorgun+huysuz olduğu gözümden kaçmadı ama bana denk gelmez herhalde dedim, demez olaydım! Gerçi bana denk gelmedi ama pencere kenarından oturan abiciğim nasibini aldı kadının hırsından.
Olayın başı: abicik durup durup eline bakıyor (bkz. yazının başlığı) alla alla dedim herhalde yukarıdaki havalandırmadan kıllandı, baktım kapalı meğer adamceğiizin eline su damlıormuş, tavandan! Neyse hostesi çağırdı şansına bu violent abla geldi,
"su akıyor buradan!!%&^+%^''^+"
"durun beyfendi size peçete getireyim (10 sn sonra) oraya tutar mısınız?"
adam malımsı bakışlar atıyor
"ay amma şanslıyım ha koskoca uçakta bir benim üstüme damlıyor!"
"beyfendi ne alakası var, klimadan kaynaklı herhalde, tutun siz onu oraya sonra bana verin peçeteyi"
peçeye koklanır, kokusu anlaşılmaz, yanımdakik koltuğun kenarlarına basılarak bagaj bölmesine bakılır yok akan sıvı yoktur.
"klimadan geliyormuş beyfendi normal bu(!) oraya sıkıştırıverin peçeteyi aa"der ve gider
Bu arada yanımdaki hala huysuz huysuz hareketler yapmaya devam ediyor iyice sinirime dokunuyor, sonra Canondaki multi-kibar abilerin eksik bastığını görüyorum makaleyi ve okumamın bir anlamı kalmıyor, neyse iniş anonsu yapılıyor iniyoruz (ilk fren tutmasada zıplayarak da olsa ikinicisinde)
Çaprazdaki iki kırocan zaten garip bakışlar atarak höpürt höpürt bira içerek yeterince benim antipatimi kazanmışken indikten max. 4 bilemedin 5 saniye sonra ayağa kalkıp el bagajlarını alıp öne yürümeye başlıyorlar, otobüs sanki bu hey yarab.
Benim seyahat arkadaşıma gücü yeten hostes abla bu iki hırboya bir şey demiyor bunlar da güle oynaya önde aya ilk ayak basan olacak olma edasıyla bekliyorlar. Neyse uçak duruyor ben kemerimi çözüyorum baktım yanımdakinin kıpırdamaya niyeti yok ve aval bir bakışla bakıyor bana ve o sofistike soru geliyor...
"inecek misin?"
"ee evet?"
"ha çok kalabalık ya ben oturacağım"
"ben bir saattir oturuyorum ayakta duracağım"
(neyse geçmeme izin verdi)
"senin bölüm ne ingilizce mi?" (sesin desibeli gene telefonda konuştuğu kadar yüksek ön ve arkamızdaki 3 sıra bize bakmaya başlıyor)
"yoo hayır"
"ne okuyorsun peki?" (5. sıra da bakmaya başladı)
"toplumsal ve siyasal bilimler"
"haaa (çok anladın) nasıl öyle ingilizce peki?"
"eğitim dili ingilizce"
"haa vay bee hangi üniversite?" (7., 8. ...)
"Sabancı"
tekrar bir vay be çığlığı ve sanırım tüm uçak duydu artık bu son vaayy beaa'yi.
indim kurtuldum bitti bu sefer de, nirvanaya bir adım daha  yaklaştım
hissediyorum

sevgiler saygılar

5 Aralık 2010 Pazar

Myth Busted: değişim öğrencileri çok eğlencelidir (her ortamda her zaman)!

Cuma ve cumartesi akşamımı Kadıköy civarında geçirdim ve cidden çok eğlendim.
Taa ki "olm M. bu exchange'ler acayip eğlenceli, nereye gitsen eğleniyorsun hiç kıllık yapmıyorlar. Bizim Türklerle bir mekana gitsen en az iki üç tanesi ya yemeği beğenmez ya içkiler çok pahalı içine de amma su koymuşlar, burası havasız, müzikler kötü, çok ses var, ışık çok/az...fhgajfghlfjh" durmaksızın bir dırdır bir kılçıklık gittiğime gideceğime pişman olurum. Ama exchange yavrularım öyle mi her şey yeni geldiği için onlara ses etmiyorlar, bir de kendileri arasalar bulamazlardı nassa burayı, beğenmeseler bile laf etmiyorlar, misafirler bir yerde hadlerini biliyorlar.
evet arkadaşlar, dostum M. ile exchange arkadaşlarımın 55 dk.lı gecikmeleriyle gelmelerini beklerken aynen bu argümanları öne sürdüm.
Ve sonunda üç kişi indi otobüsten, aralarından 1 tanesini tanımıyordum Ms. Kılçık, zaten baştan antipatikti ne enerjisini beğendim ne tavırlarını bir garip. Sesini duymak zor, somurtuyor, elimi yarım yamalak sıktı (hiç hazetmem). Neyse ben önceki gün kebap yemeye gideceğimizi söylemiştim kızların birine, o da kabul etmişti. E aksilik bu ya Ms. Kılçık vejeteryan çıktı! "ehe napsak ki şimdi senin miden bulanır mı ki, istersen gitmeyelim" diye kem küm edip yarım ağızla konuşurken, "yoo farketmez ben aç değilim" dedi. İyi dedik çıktık yola. Zar zor yer bularak oturduk ki zaten hanfendi beğenmedi yerimizi cam kenarına çektik (ve anasını satayım bir kere kafasını 10 derece sola çevirip dışarı bakmadı)
Komik "ingilizce" menüdeki kavramları açıklamaya çalışıyordum, ki sıcak yemek menüsüne bakıyorlardı aşağıda da fıstık gibi dizmişler gidip bakıyorsun seçiyorsun, bu önerimi 2 kere yinelememe rağmen inip bakmadı Kılçıkcan. Neyse tööbe tööbe bakışları atmaya başladım M.'de yarılıyor tabi.
Neyse en sonunda vejeteryan köftesinde karar kıldım bizimki, fındık lahmacunu da etsiz bir şekilde istedi.
Bu arada masaya su geldi, "ben bunu ısmarlamadım bunu ödemem" demesin mi!
Allahım sana geliyorum!
tamam açmazsın kapağını içmedim ödemem dersin hesaba yansıtırlarsa dedim, 5 dk sonra baktım açmış içiyor lıkır lıkır!
Geldi bu vatandaşın köftesi, aldı eline cacığa batırıp batırıp yemeye başladı, 3.sünden sonra "it iz disKasTinKKK" dedi! neresi iğrenç yevrum 3 tanesini götürdün demin?!!
Neyse fındık lahmacunlar geldi aynı surak ifadesinle o caanım lahmacunlara benzer beğenmemezlik sıfatları sıraladı! artık vücut dilimle her şeyi belli etmeye başladım, arkadaşlarım gözümün içine bakıyor ters bir şey demeyeyim diye.
Sana başka bir şey sipariş edelim dedim "zaten bunların da yemediğim halde parasını ödüyorum, istemem başka bir şey"dedi ve telefonundaki resimlere bakmaya devam etti.
şeytan diyor kaldır o 70 kiloyu belini sakatlama pahasına at camdan aşağı.
Dedim tamam yemek modunda değil sanırım içmeye gidelim madem, onu da kabul etmedi akşamın 8inde alışverişi gelmiş Slovenyanın Gülünün. İyi dedik biz içmeye gidiyoruz o zaman.
Hesap geldi tabi kargaşayı tahmin et sevgili blog. Son kuruşuna kadar ince ince hesapladı ve ödedi.
Akşamın devamında diğer exchange arkadaşım özür diledi bu tavırdan dolayı, ama yani akşamımın başlangıcı mahvoldu, o güzelim karnıaçık kebap (evet adı bu, karnı yarık'ın et kısmını parça pinçik edilmiş kebap parçaları olarak düşün) mideme doğru yol alırken sinirden yemek boruma çıkmış asitle yandı bitti doğru düzgün doyamadım bile!
İşte bir myth'imde (istisnalar kaideyi bozmaz lügatımda yok) böylece çürütüldü
şimdi lanfranco'cuumun Myths yazısını okuyayım keyifle =]

21 Kasım 2010 Pazar

düÖğKün

daha öncede yazdım bu konuda ama tutamayacağım kendimi
önce evlilik kurumuna ve saçmalığına çatmıştım şimdi ona götüren yoldaki en önemli basamak olan düğünden bahsedeceğim,
Levi Strauss amcamın aslında tüm ritüellerimizin kaynağı avcılık-toplayıcılık zamanlarına dayanır der. Mesela erkekliğe geçiş, giyinme-süslenme, karşı cinsi ayartma çalışmaları vs vs
örneğin birinin yurt odasında 21 yaş doğum gününde pasta alınır, içki içirilir, parti şapkaları takılır, tişörtler dans etmekten sırılsıklam olur.
bunun antik versiyonu, vahşi doğaya salınıp bir hayvanla mücadele etmesi (nasıl doğum günün için özel giyinilirse vücuda çeşitli dövmeler yapılır) ve kalbini çıkarıp yemesi(pasta gibi özel bir şey olmalı bu yenilecek şey)
bu örnek çok da açıklayıcı olmadı ama biraz okursanız eminim hoşunuza gidecek bir teori.
Neyse efenim düğün konusuna dönersek, şimdi iki kabile karşı karşıya getiriliyor (kız tarafı - erkek tarafı ayrı oturturulur düğünlerde) ellerdeki alet erdavata bakılır ne kadar keskin, parlak silahları var karşı tarafın, savaşsak kar-zarar durumumuz ne olur acep diye düşünceler gark olur iki tarafında mensuplarına (kız ve erkek tarafı birbirini süzer, rüküşlük-şıklık fısır fısır konuşulur dedikoduların ardı-arkası kesilmez) ve sonunda savaş patlak verir (pistte danslar, kasap havaları, çiftetelliler...) hangi taraf daha iyi dövüşüyor (pistte en çok göbek atan, yorulmayan taraf).
Ve sonunda ganimetler ortaya çıkar (takı takma töreni)
ve bunların hepsi çeşitli kurallar çerçevesinde sırayla yapılır. Altın torbasını damat annesine verir, arabaya binemeden önce üç kez başın üstünde gezdirilir üstüne tükürülür çevresinde dönülür (abarttım =] ) geline teslim edilir.  vs vs vs
üstünde düşündükçe olayın komikliği, gelin ve damat üstünde yarattığı stres daha da fazla rahatsız ediyor beni, ve tabi gecenin sonunda türü devam ettirmeye odaklanılmış ancak bu aşamaya gelene kadar çeşitli işkencelerden geçmek mecburiyetinde bırakılan bir gelin ve damat!
bunu da izleyin anacım
http://video.maxateglence.com/izle/287-yeni-nesil-turk-dugunu.html

20 Kasım 2010 Cumartesi

kına

ayda bir yazıyormuşum gibi bir izlenim bırakmak istemezdim ama sanırım öyle oluveriyoru (manavgatça)
Adana'daki düğün stresinden sonra aklıma envai sorular esti, mesela kına?
nedir gacım bunun mantığı?tentürdüyot (böyle yazılmıyor biliyorum üşendim aratmaya, anladınız işte yaraya sürülenden)
kuzu/koyun  gibi bilimum küçük-büyük baş hayvancağıza kesilmeden önce yakarsın kabul kurban çünkü
askere gidecek erkeklere anaları kına yakardı, neden? vatana kurban veriyor, ok
Gelin ve damada neden kına yakıyor pekiiii???
Cem Yılmaz'ın güzel bir esprisiyle kapatıyorum;
abi bence evlilik olayının gidişatı bir kere çok vahşi, söz KESME, nikah KIYMA...
haydin bana eyvallah