1 Eylül 2012 Cumartesi

eylül ayı hüzün ayı


Başlığım baya klişe olsa da benim gerçeğimi yansıtıyor. Neden mi? sararan-kızaran dökülen yapraklar serinleyen hava... hehe benim tanıyanlar dalga geçtiğimi anlamışlardır sanırım. Benim kendime göre sebeplerim var.

Bir yazı daha yedim hemde bu sefer word programıyla flörtleşip bir de love-hate ilişkisi yaşayıp laptuş ışığında bronzlaşarak!
Evet sonunda benim de bir tezim olacak. Kalitesinden emin olamamakla birlikte Sabancı'da geçecek 1.5 senemde projeye çevirmeye çalışacağım kendisini.

Geldi çattı eylül ayı gene. küçükken eylül bana havuz ve denize girebiliceğim son bir ayı hatırlatırdı. okuldan dönüp (o zamanlar dershane kültürü yaygın değil 8. sınıfa kadar gitmemişim) havuza kendimi atmak için dakika sayardım. Sonra geldi lise daha hüzünlü olmaya başladı bu ay benim için. Üniversite sınavına her sene biraz daha yaklaşmak anlamı taşıyordu çünkü eylül... 17 sene yaşadığım Manavgat'tan ayrılmam da bu ay da oldu. O bilinmezlik arkada yarım ve kırık bırakılan şeyler...Üniversitede artık 12 yıl öğrenci olmanın verdiği 'kaşarlanma' ve yazların staj-yaz okulu gibi aktivitelerle geçmesiyle artık çok ifade etmez oldu. ta ki 2009'da kadar. İki beklenmedik olay tüm eylülü dip noktada yaşamama neden oldu. Ve ondan beridir sevmiyorum bu ayı. Her şey ortasına kadar slow-motion'da akarken ikinci yarısının bir anda bitmesi...

Yeni başlangıçların ve bitişlerin ayı benim için eylül. öğrenci ajandaları gibi bir nevi. yıl eylülden başlar. ağustos bile olsa öğrenci homo sapiensinin ağzında 'bir seneye başlasın okul çok düzenli çalışacağım bu sene...' lafı olur. Şimdi ise en büyük değişimi yaşayacağım son 11 aydır yaşadığım ülkeyi değiştirerek ve aslında başladığım yere dönerek bazı şeyleri değişmiş bulacağımı umarak...


bu da pilli bebekten gelsin eylül şarkım..

http://www.youtube.com/watch?v=DR7mtyH0NRY

26 Ağustos 2012 Pazar

80. yazım.neden önemli olmasın ki?

blogger'a uyuz olmaya basladim biraz. yazi yazabilmek icin binbir yere tikladim durdum, tamam belki en son 3 ay önce yazdıgım içindir de neyse.
hevesim kaçtı ne yazsam şimdi.
hayatımın son 4 haftası bi loop içinde dönüp durmakta. ya kütüphane ya odamda tezimi yazmakla uğraşmaktayım. bir yandan şu günlerin hemen geçmesini bekleyerek bir yandan da istemeyerek...
hakkaten çabuk alışıyorum bir yere ve tam düzeni kurmuşken tüm kısa yolları öğrenmişken tekrar terketmek... sanırım yaşlanıyorum.
türkiye'de 3 eve yayılmış eşyalarım ve oturtmaya çalışmam gereken bir hayatım var bense yaşam enerjim düşmüş şekilde bir sürü şeyle yüzleşeceğim. Mio dios bana güç ver.
acaba yurtdışına gidecek miyim. ne işte çalışacağım. tezimi geliştirebilecek miyim.
sorular ve pek çok yanıt. son bir senedir hayatında olmadığım insanlar ve adaptasyon.
bazen gerçekten karar veremiyorum 1 sene ne kadar uzun bir vakit.

Gitmeden yaptığım aktivitelerden bir demet sunmam gerekirse ilk kez eli yüzü düzgün bir club'a gittik 2 gün önce. girene kadar organizasyonda sorunlar olsada çok eğlendik. ana sahne ve yan sahnesi vardı farklı tipte müzikler çalan. klasik ingiliz kızlarına hala ilk günkü hanzo tavrımla baktım kaldım. önceden de yaptığım avcı-toplayıcı çözümlemesini hatırladım kendi kendime sırıttım falan. Gatecrusher - birmingham. bi de önce ismi gaycrusher anlamam ayrı bir efsaneydi.

Warwick Castle a.k.a. Merlin'in çekildiği yer dün gittim ona da. Her İngiliz h.sonu aktivitesinde olduğu gibi metrekare başına düşen çocuk sayısı tavan yapmıştı gene. kendimize yol açarak gezmek durumunda kalsada her yarım saatte bir başlayan ilginç aktiviteler bizi kale surlarına ve burçlara boş boş bakmaktan kurtardı. özellikle jousting beni şövalye filmine geri götürdü, arada konuşmalarla ince ince verilen British Humour da cabası. Kartal gösterisi benim gibi bi hayvanseverin içini dağlasa da o kanatların kafanın bakışın güzelliğinde kaybettim kendimi. Iyiki gitmişim.

son olarak gitmeden aldığım kararlar =

' kimseyi hiçbir şey için zorlamamak akışına bırakmak ve olmuyorsa bırakmak.
''gitara başlamak
'''japonca öğrenmek
''''giyime daha çok önem vermek
'''''müzik & film arşivini zenginleştirmek
'''''' istanbul'da yaşadığını gerçekten hissetmek

şimdilik bu kadar.

5 Haziran 2012 Salı

Field Day & Diamond Jubilee

Bir an ne yazacagimi bilemedim, aslinda yazacak seyler birikti ama nereden baslasak.
Sondan basa gidelim madem. gecen uzun - haftasonu Londra'daydim. O sehre gittigimde hem 2 sene onceki duygularim canlaniyor hemde ingiltere'de oldugumu hissediyorum. 3 ay sonra dondugumde burayi coventry'den daha cok ozleyecegim bir gercek. Neyse konuya donersek, cumadan ciktik yola hostelimize yerlestik yeri cok merkeziydi ve temizdi allahtan, tek problem tum duslarin 4 kat asagida olmasi. ve tabii bu da 3 gun boyunca dus alamama sebep oldu. burada belirtmem gerekiyor ki iki kere yagmurda sIrIlsIklam islandigimiz icin cok da gerek duymadim bir sure sonra : )
Asil konumuz (artik girizgahi kesiyorum) gitme sebepLERim! oncelikle Field Day 2012! kendisi indie rock festivali. ve bu demektirki tanidigim grup sayisi sInIrli :O ama cok eglendim! Victoria Park'in degisik koselerine kocaman 6 adet cadir kurmuslar ve bir de ana sahne
vardi Andrew Bird, Metronomy, Beirut ve

Franz Ferdinand dinledigim. Ve festival Ingiltere'de
oldugunu belli etti, cin-alman-hint yemekleri satan
onlarca stand vardi. bkz. >
emme cok pahaliydi be haci, cok bir sey icmedik bizde napalim
ogrenci kafasi ; ) zaten bir gun once King's College student union'da
surahi sürahi bira icen arkadaslarim pek de ihtiyac duymadilar!




Soldaki fotomuz havanin guzel oldugu o nadir 1 saat icinde cekildi. sonrasinda afrocubism adinda bir grubu dinlemeye gittik baya basarililardi, degisik afrikan enstrumanlariyla salsa muzigi yaptilar ve eglendirdiler bizi. Onlardan once de Friends adinda bir kiz grubu izledik onlari da burada belirteyim. Aksam 6'ya dogru Andrew Bird cikti, hakkaten enstrümanlari bir sihirbaz ustaliginda kombinliyor ne zaman nasil girdiler ciktilar belli olmuyor, bkz: http://www.youtube.com/watch?v=QhNztq7Qknc&feature=list_related&playnext=1&list=AL94UKMTqg-9DF_DQZy7SYav25-gJyEqf-


Taze donutlarimi alip afiyetle yedikten sonra ana sahnenin onune geldik cunku Metronomy'nin vakti gelmisti. Itiraf edeyim The Look en iyi bildigim sarkiylariydi, digerleri aklimda degildi pek. ama konserden sonar aklima kazindilar resmen. hem klavyeye gereken deger veriliyor hem tum grup beraber sarki soyluyor, daha ne isterim ; )

Sonrasinda Beirut ve Franz Ferdinand vardi. Beirut bekledigim gibiydi pek bir degistirmemis sarkilarini konser icin. Franz Ferdinand mukemmeldi, son grup olarak. Yagmayan resmen akan yagmurun altinda dinledik kendilerini. Resmen tum o kalabalik grupla bir butun halinde hareketlendik atladik zipladik. Bir alttan taze cim, ustten yaganyagmurun taze kokusu ve tabikiiiii "I say don't you know / you say you don't know/ I say ... take me out!" SuSenlik'te eglenenlere nispet olsun =P



Geldik ikinci gune! Lizzy'nin 60. tahta cikis yil donumuymus. Vay anasini dedim ne kadar da gencmis, 26 yasinda gencecik bir kizcagiz. Bir arkadasim, kralicenin hayati boyunca hic kot pantolonu olmadigini soyledi. Aslinda gelecek bir-iki yilinin dakika dakika planli oldugu bir yasam surunce boyle oluyor olmali. Neyse efenim, bu diamond jubilee'nin ikici gununde Thames nehri uzerinde 13 koprunun altindan gecilip en son Tower Bridge'e gelinerek el sallama muzikler, common-wealth ulkelerinin minik kayiklariyla, ve tabiki tum kraliyet ailesinin oldugu gemiyle yapilan, suanda kime ait oldugunu hatirlamadigim fakat Victoria zamanindaki jubilee kutlamalarindan esinlenerek yapilan bir yagli boya tabloda kullanilan komposizyonun ayni kullanilarak yapilmis. Biz de Tower Bridge'deydik, kocaman bir ekrandan izledik. Lizzy gecerken havaifisekler falan ve tabiki kulakzari patlatan muzikler, ver coskuyu ver coskuyu tripleri vs. Tabiki diamond jubilee icin bastirilan soldaki fotoda gozuken oyster card'da benim icin guzel bir ani oldu. Yagmurun gene bastirmasi ve tube'de pastirma olmamiz, insan gormekten bikan biri olmam ve megabus'da pismemle biten bir maceramdi iste bu da boyle.



14 Mayıs 2012 Pazartesi

gezmece-tozmaca!

evet aynen bu haldeyim son bir aydir. surekli bir ileriye ve daha ileriye gitme istegi, bir yerinde duramamazlik, aman bir km (hatta yerine gore bir mil) daha katedeyimcilik. ve suanda durumum hakkaten icler acisi. 7 aydan sonra ilk kez bosa ciktim, dersler ve makaleler bitti. ama aslinda bu bir illuzyon, mezuniyetimin bagli oldugu son ve en buyuk nokta olan TEZ. 10 gun sonra sunum ve 17 gun sonra da tez plani teslimi var ve benim o gune kadar okumam gerek onlarca makale/kitap ve binlerce satir var...
Seneye bundan daha yogun gececek ve sonrasinda her sabah ayni saatte kalkan calisma hayatinin dislileri arasina katilan bir oye. evet buyuk bir degisim, okumak ve okula gidip gelmekle gecen onca seneden sonra yepyeni bir yasam stili ve buyuk sorumluluklar. umarim cok bocalamam.

Dublin ve Irlanda'yi yazacaktim ama sanirim bir sonraki yazima kalacak.

gelecek ay isvicre'ye de gitmemle bu sene gittigim ulke sayisi 5'i bulacak ve hedef 10! bakalim basarabilecek miyim ; ]

1 Mayıs 2012 Salı

kısa kısa vol. bilmemkac

Ya inanamiyorum cok guvendigim gugıl kırom ilk kez ihanet etti bana ve yazamadim oradan. neyse ofkemi turkce karakterlerim olmadan kustuktan sonra yazima geciyorum.

-Turgut Yüksel & 1 Mayis

bugun internetten haberleri okurken denk geldim kendisine ve bir anda kahramanim oldu kendisi. Emekci bayrami adina yarattigi bu eser ve daha bir coklari... anti-kapitalist/militarist bir sanatci kendisi. hayran olamamak elde degil. Tabi macbook'uma kavustugum su gunlerde konusmaya pek hakkim yok emme, ne demis papua yeni gineli bir bilge kestigin agactan cok agac dikersen, hadi gene iyisin. Saka bir tarafa umarim cok gec degil bir iki sene sonra insanliga yararli projeler ureten bir is kadini oldugumda bu macbook hakkini odemis olacak cin'deki iscilere. Avrupa calismalari programina kabul aldim Sabanci'dan, kurkcu dukkanina donuyorum a dostlar.



- Sexy'n I know it : feminist big bakis acisi:
kabul ediyorum hakkaten sarki cok berbat, anlamsiz sozler igrenc jenerik ama ufak da olsa bir ders almak gerekir bu klipten diye dusunmekteyim. Soyle ki, su an adini hatirlamadigim HBK hocamin cok sevdigi bir feminist yazar, 'male-gaze' kavramindan soz eder. Mesela izleriz su vurgulu kirgili filmleri hatta birakin onlari, romantik filmleri ve populer muzik kliplerini ve ne goruruz? yaglanip maglanip photoshoplanip gozumuze gozumuze sokulan zoomlanmis kadin vucutlari. ve bu hatunlar yalvaran-seksi pozlar vererek bakiyorlar. Ama bu klip ne yapmis? bunu tersine cevirmis. baya baya 'female gaze' olayi hakim. belki amaclari bu degildi yapimcilarin ama, mainstream'le dalga gecer yapi hosuma gitmedi desem yalan olur. Sasha Baron Cohen de bir baska idoldur mesela, onceki yazilarimin birinde bahsetmistm.

- 7. ay in Coventry
Inanilmaz ama gercek! tamam belki bu 7 ayin iki ayinda burada degildim ama genede, son 210 kusur gunum bu memlekette gecti. Ne gibi etkileri mi var? Havasi, suyu ve yemegi saclarimi doktu, beyazlarimi iki katina cikardi (tam 4 tel beyazim var!), sivilce izlerim artti ve sagliksiz bir sekilde kilo aldim. Tamam bu kadar karamsarlik yeter. Pozitif tarafindan baktigimda muhtesem arkadaslar edindim, Dogu Asya hakkinda hicbir sey bilmiyormusum onu ogrendim ve Japonca'ya basladim! CV'mi dolduracak cok isler yapmadim, biraz tembellikten birazda arkadaslarla zaman gecirmeyi tercih etmemden. Ama olsun daha zaman var ona. yani en azindan simdilik oyle dusunuyorum seneyeki planim belli oldugu icun ; ]

Ve NY! bu sene guzel bir seyi gerceklestirip hem Old(!) hem New YORK'u gordum! Sagligim ve maddi durum el verdigi icin sansliyim. Gercekten unutamiyorum orayi. Surreal bir ruya gibiydi hic bitmesin istedigim...





25 Nisan 2012 Çarşamba

12 yil sonra amerika

uzun zamandan sonra miraba!
aslinda bu blogu bu sene gezdigim, gozlerimi ve gonlumu doldurdugum mekanlari anlatarak dolduracaktim ama nolmadi nolamadi nolabilemedi. belki de olur, garantisi yok!
2 haftalik amerika maceramdan bugun itibariyle geri geldim. neler degisti? apple mainstreamine daha fazla karsi koyamadim ve macbook pro aldim, mutluyum cok kullanisli ve muhtesem bir laptus hakkaten hayirli olsun bana =] tabi artik turkce karakterlerden yoksunum (aslinda ayari var da ugrasamiyore) ama olsun.
alistikca seviyorum. aslinda aliskanlik bende bir huy, cabucak alisiveriyorum bir seylere / yerlere.
iki yesil susamuru'nu okuyorum, orada aliskanliklari sahip oldugumuz mallara benzetmis, yani bir sure sonra kendilerine tutsak ediyorlarmis. dogru mu acep? aslinda dusunmemistim ama master ogrencisi yaklasimiyla "it depends" diyor konuyu huzurlarinizda kapatiyorum dostlar.
amerika'ya en son 11 yasimda gitmistim babamin kalp krizinden dolayi. annemle babami almaya gitmistik. tabiki o zamana ait anilarim kirik dokuk, boluk porcuk ve huzunlu.
ama simdi guzel artik. sevdicekle gecti bi kerem! ohio state universitesi ve cevresinde gecti ilk 10 gun. columbus adli bir sehir, ohio eyaletinde. benim icin farkli bir deneyim bu sehirden cok araba kullanmak oldu. uc kere korna yiyip, 1 kere kaldirima hafif surtup ve ilk 2 gun park etmede sorunlar yasasamda sonrasinda olay yol kenarina iki araba arasina park etmeye kadar geldi =P

uzun lafun kisasi, amerika'da araba kullanmak kolay azizim ! yalnizca yere bakmayi aliskanlik ahline getir ve only yazisinin alti ne tarafi gosteriyor dikkat et!

New York ise bambaska. bir kere ilk iki gun yukariya 120 ila 180 derece aciyla bakmaktan boynunuz tutuluyor. lanfranco ilk derste new york'u anlattiginda, kendinizi cok cok kucuk hissettiginiz bir macrocosmos gibi. ayni devasa gotik katedrallerin hissettirdigi gibi. tabi burada tapilacak buyuk guc insanoglu oluyor. mimariye o dinamizimle sabitligi cok guzel harmanlayan ellere ve beyne hayran kalmamak mumkun degil. ve tabiki gokdelenler de new york'un tarihini olusturuyor. cruise turu yaptik ve ilk gocenlerin bir kac kucuk anilari ve 9/11' disinda olay sadece binalar, mimarlari ve simdiki sahipleri!
tabi biz sadece manhattan taraflarinda gezdigimiz icin. ornegin otelimizin oldugu queens caz'in altin yillarinin yasandigi yermis. maalesef gezemedik ama bir dahaki sefere ;] gokdelenlerin arasindaki yesil alanlara bayildim. insana sehrin tam ortasinda oldugunu unutturmakta basarililar hakkaten.
buraya fotograf eklemiyorum bunu okuyan muhtemelen facebook'ta arkadasimdir ve albumumu gormustur. horizontal city and vertical city. adinin anlami cok bariz ama di mi ; ]

18 Şubat 2012 Cumartesi

bazı 'özel' günlere verilen gereksiz değer & narcisismus

Aslında bu iki yazı ayrı zamanlarda aklıma geldi ve ayrı ayrı klavyeye alınacaklardı, heyhat gene bir makale döneminden anca çıkabildim, kaslanmış parmaklar kulaklarımdan sıvılaşıp akıp giden beynimle...
Biraz alışveriş yaptım yürüdüm gezdim gökyüzüne(*) baktım iyi hissettim kendimi.


şimdi malumunuz ocak ayının sonu, şubat ayının başı itibariyle dükkan vitrinlerinde bir değişim yaşanır. bir sabah bakarsınız ki kıpkırmızı olmuş o camekanlar. neden? malum tutkunun gülün kalbin şevketin rengidir ve aşkı temsil eder. aynı zamanda kalp atışımızı hızlandırır, acıktırır McDonalds, KFC, Burger King ... bu rengin gücünden logolarına koyarak sonuna kadar yararlanmışlardır vs vs vs. neyse konumuz kırmızı değil, saptırmayayım. Sevgililer günü nedir? St. Valentine amcamız imparatordan habersiz sevenleri evlilik bağıyla birleştirirken yakalanmış öldürülmüş. Bizde kutluyoruz şimdi bunu, bravo bize. Hüzünlü bir gün değil mi yahu bu? ben mi yanlışım? noel ne? o da pagan inancı aslında, zamanında insanlar kışın ağaçları evlerinde (ya da nerede yaşıyorlarsa) korumaya çalışmışlar al sana ağaç süsleme. Müslüman ülkeler bile yapıyor. Hıristiyanlarda bunu başlatan paganları kılıçtan geçirmişler ona hiç girmiyorum artık. Nedir şimdi bu özel günlerin mantığı? Hatırlanması kolay diye mi? Hani ben hırboyum yılın 363 günü (sevgililer günü, yıl dönümü, doğum gününü çıkardım) ama bu gün ince ruhlu jön bir erkeğim 30 liraya gülümü alır, yemeğe astronomik rakamlarda para öderim seni ne kadar sevdiğimi gösteririm. Aman ne güzel. herkes bilir sevgililer gününde sevgilisini hatırlamayı. önemli olan sürprizlerle yaşamak, planlar her zaman yapılır. illa maddi bir şey olmasına da gerek yok ki. bir yerden geçerken sevgilinin çok sevdiği şarkıyı duyarsın açar dinletirsin. sürpriz yaparsın. ya da hadi maddi olsun, kel alaka bir günde alırsın eline gözüne çarpan güzel bir şey, sırf hoşuna gideceğini düşündüğün için, onu 'özel' bir gün olmadığında da hatırladığını gösterirsin. işte gerçek sevgi budur. gerçekten değer verme budur.



 bu kısım biraz narsist olacak ama ilk kez ismimi sevmek için bir sebebim oldu : )
şimdi benim ismim malumunuz 3 harf ve türkçede genelde isimler kısaltılmak suretiyle takma isim olarak kullanılır. benim durumumda bu imkansız tabi. sevgili annem bile oyale, oyiliii dışında bir şey uyduramadı maalesef. hiç bir zaman bir takma adım olmadı vesellam. İngilizcenin ana dil olduğu bir memlekete gelince adımın ingilizcesi bulma gerekliliği doğdu. kendisi embroidery. embriyo gibi bir şey. bunun latincesi ne acaba diye araştırdım, ars plumaria imiş. bunu da images.google'a yazınca bu çiçekle karşılaştım sevindirik oldum : )


*neden gökyüzü dedim. geçen aklıma bir şey geldi. bir genelleme. başımızın üstünde çatı olmadan geçirdiğimiz zamanlar 'gerçekten' yaşanmış olanlardır. öyle değil mi hakkaten? evsiz insanlar vs.'ye girmeden düşünürsek, özellikle benim yaş aralığım ve 20 30 yaş üstüm hangi zamanlarını dışarıda geçirir /geçirmek ister?
hava çok güneşli haydi dışarı çıkalım, kar/yağmur ne güzel yağıyor hadi yürüyüş yapalım, yazlık sinema, denizin gökyüzüyle buluştuğu o ufuk çizgisine bakarak suya dalıp çıkma, ilkokulda (ki biz lisede bile devam ettirdik) "hocam dışarıda yapalım dersi, lütfeaan!", açık hava konserleri, yıldızları saymak... hepsi ama hepsi ayrı değerli ve güzel ve en önemli ortak noktaları çatı barındırmamaları.*