15 Temmuz 2011 Cuma

doğumgünü sendromu, tripler, staj

Yarın doğum günüm. Birkaç yıl önce olsa, 2 3 hafta öncesinden saat saat nerede olacağımız / neler yapacağımızı planlar, arkadaşlarımı arar (ki hatırlatmama gerek de yoktur aslında yazın tam ortasındaki gün bizim otelde toplanır havuz-deniz faslından sonra Side'ye giderdik) ve saati kararlaştırırdık.
Şimdi ise, Antalyadan gelmesi kesin olmayan arkadaşım dolayısıyla rock'n coke'a bilet almayıp, acaba yarın birileri var mıdır İstanbul sınırları içinde diye kara kara düşünmekteyim.
Hatta şimdik face'den doğumgünümü gizlemesini istedim ki yarın sadece gerçekten hatırlayanlar kutlasın =]
"doğum günün kutlu olsun cnmsss" duvar yazılarından uzak kalayım ;]
Belki eski heyecanım yok, belki artık ikiye bölünmüş bir yaşamım olması (istanbuldan önce & sonra), yaz tatilinde ama evimden uzakta, Istanbul'da staj yapmam doğum günü planı yapmamı engelliyor, bilmiyorum.

Mezun olmanın hem rahatı hem rahatsızlığını yaşıyorum şu sıralar. Evet artık bir üniversite mezunuyum, iş başvurularımda gösterebileceğim bir diplomam (hatta iki ;] ) bu okulun bana kattıkları, çeşitli yaşanmışlıklar vs vs.
Bunlar pozitif taraflar ancaaak, bundan sonra ne olacak?
1 senelik programımı yaptım: İngiltere'de bir sene Uluslararası İlişkiler ve Doğu Asya üzerine master, ya sonra? Bu okul bana gerçekten ihtiyacım olan arkaplan bilgisini sağladı mı? Dün ODTÜ uluslararasından bir çocukla tanıştım, resmen aldığı derslerle ezdi beni =( Bende duramadım baktım ne dersler veriyorlarmış diye. Karşıma çıkanlardan cidden ürktüm. Adamlar en başta çok sağlam bir tarih öğreniyorlar ki bu araştırma methodlarını sullar seller gibi bilmekle eşdeğer, ikisininde bilimsel geçerlilikleri var. Konuştuğundan insanların ağzını açık bıraktıracak iki şey: tarih bilgisi ile desteklenmiş istatistiki bilgi.
Maalesef kendimi kesinlikle yeterli görmüyorum ikisinde de =( World history, comparative political thought falan hak getire yani...

Umarım İngiltere'deki ortamım kendimi geliştirmem için daha fazla olanak sağlar bana (bilgiye erişim  / teknoloki vs. den ziyade arkadaş ortamının ülke / kültür çeşitliliği kastım)

Istanbul Politikalar Merkezi'ndeki stajım da dolu dizgin devam etmekte, datebase update yapıyorum söylemesi ayıp =P hehe böyle söyleyince baya iş yapıyormuşum gibi duruyor ama aslında yaptığım IPM'nin iletişim adreslerini kontrol etmek/araştırmak değişmişse excel dosyasında gerekli değişimleri yapmak =] İki hafta bunlarla ve bir hocamın kitap siparişlerini yapmakla, çeşitli fiş/faturaların fotokopilerini çekmek excele girmekle uğraştım. Bakalım gelecek hafta neler getirecek. Merakla beklemekteyim. Farkettim ki hocalarla böyle bire bir iletişim halinde olmak baya hoşmuş =) Koç'tan ithal ettiğimiz bir hocamız, küreselleşme karşıtı protestoların resimlerini içeren bir sunum hazırlamamı istedi o günkü liseli öğrencilere, hemen bir ampül yandı SPS 102 dosyama girdim Globalization.ppt adlı dosyayı buldum baktım tam da hocanın istediği gösterdim beğendi =]
bazen hakkaten ballıyım ^o^

sanırım şimdilik yazacaklarım bu kadar birazdan teknoloji özürlü hocam gelecek şu sunumu videoları bir ayarlamam gerek =]

kalın sağlıcakla muaaaah!

28 Haziran 2011 Salı

mezuniyet '11

bu sefer başlık kısmını hemen skipleyip geçtim yazımı yazmaya =)
çok yorucu 2 3 günü geride bıraktım ve hala yorgunum a kuu. Şöyleki;

*Perşembe günü babam geldi, 2.5 saatlik sahil yolu+ boğaz trafiği sonucunda ulaştık ablam ve eniştemin kaldığı otele. ısrarla bebek yolunda trafik olur dememe rağmen babam her zamanki 'gittiğişehriavucununiçigibibilen' adam tavrıyla sürdü arabayı kuruçeşme tarafına. Trafiği felce uğratarak bulduk gideceğimiz ocakbaşı kebap lokantasını. Eniştem ilk kez geliyor Türkiye'ye ablamın da rahat bir 17 18 senesi var. (ki bende 15 senedir görmemişim kendisini) gidek kebap yiyek şalgam içek dedik. Neyse sohbet muhabbet gece 23.30u gördük. geri dönüş yolu da gelişi kadar sıkıntılı olsa da, babamın gözleri yol boyu kapanıp beni de saçma sapan konuşmaya teşvik etse de gelebildik sonunda orhanlıya.

*Cuma valide sultan teşrif ettiler. onuda yerleştirdik odasına. Tabi o günün sabah 9unda dünyanın en saçma provasını yapıp güneşte kavrulduk (kanımca bizim cübbelerin renginin soluk olmasının sebebi o güneşin alnındaki prova! ) öğleden sonra fakültelerin veda partileri, mezuniyet konferansı (Cemal Kafadar adında Harvard'da tarih prof.u) sonrasında kokteyl ve yemek... Hava iyiden iyiye soğumuştu tabi. Annem babamı yatırdıktan sonra, oturduk havuz başına, önce bir üçlü priz çıktı ortaya, ardından hoparlör ve laptuş derken birden 'barbra streisand' çalmaya başladı ve bu eğlenceyi bekleyen sabancı ahalisin havuz başına koştu =) birden kızlı-erkekli 15 kişilik bir grup nereden çıktığı belli olmayan bir topla ortadasıçan oynayıp deve güreşine başladılar. Tabi bu sırada bende payıma düşeni çekiyorum (bkz. klorlu su ile ıslanma, bkz. kafasına top yeme etc. ) güvenlik görevlileri bir şey diyemiyorlar tabi, yarın mezun olacak hepsi, uyarı cezası alsalar ne =)

*Veeee cumartesi i.e. MEZUNİYET!!! Sabahtan öyle boşboş bir şey yapmadan durduk, son bir saat hazırlanma girişimlerine başladık. Ojeler sürüldü, makyajlar yapıldı, kepe kafaya sabitleme işlemleri için girişimler düzenlendi ;) Sonrası biraz sıkıcıydı tabi, amfitiyatronun arkasında sıraya geç sıcakta o kalın cübbe ile bekle, git yerine otur (tabi bu arada yukardaki tavırda olan babam geç kalmalarına sebep oldu, ilk bir saat eilemin %80i yoktu ortada) konuşmalar konuşmalar konuşmalar, gülüşmeler, ayhan sicimoğlu & latin all stars eşliğinde danslar...
Ve sonunda o an, tüm amfinin sana baktığı, takılıp düşmemen, cübbene basmaman, doğru yöne ilerlemen gereken o sihirli an:

"oya özer, oya özer aynı zamanda sanat kuramı ve eleştirisi yandal onur programını başarı ile tamamlamıştır"

haluk bal, nihat berker ve mehmet baç'ın ellerini sıkma akabinde yapılan zafer koşusu =) (nedense bana köpeklerin tuvaletlerine yaptıktan sonra sahiplerine koşup göstermelerini anımsatıyor =) ) ve öyle ortada gezinme arkadaşları tebrikle geçen bir 10 dakika daha.
Binbir güçlükle annemlerin oturduğu yere gittim ki ne göreyim, o benim için gelen 8 kişiden kimse yok :/
telefon yok yanımda, artık bir arkadaşımdan aldım, ya açmıyorlar, ya meşgule düşürüyorlar ya da kapalı telefonları :/ neyse sonunda açtı sevgülüm buluştuk indik aşağı kokteyl alanına. Bizimkiler başlamışlar köfteleri götürmeye, bende hemen kaptım kendime bir tabak ve şarap. Hedayelerimi açtım ve şebekliği de bırakmadım elden (dilimden aslında ;] )
"eveeet mezunun annesinden 14 ayar bileklik, babasındannnn tektaş yüzük" şakşakşakşak =P

ablamları taksiyle, d'i otobüsle gönderdik. Bu arada benim iki ayağımada ikişer kez kramplar girdi. babet bile giyemiyormuşum onu anladım :...( yarın baloda ne yapacağım aceba?! ama o minicik ayakkabıyı parçasını ayakta tutmak da zor zanaatmış azizim. sonra birden sağanak bastırmasın mı!!! İyiki bizim okul hazırlıklıymış da, yağmurluklar çıktı hemen ortaya. ıslanmaktan kurtulduk. Ara ara gene sağanak geçişleri oldu ama biz yılmadık =) abimleri de gönderdik 23.30 servisiyle. eğlenmeye devam ettik dansettik ben biraz kaçırmışım çok hatırlamıyorum sonrasını ;) sadece okula birikmiş tüm hıncımı (literally) kustuğumu hatırlıyorum en son.

Hep hatırlamak isteyeceğim bir mezuniyet yaşadım. Bu da bir hatıra:

19 Haziran 2011 Pazar

bir garip toplumsal ve siyasal bilimler öğrencisiyim ben...

Dolce far Niente!
yani bomboş olmaktan alınan haz anlamına geliyor italyancada, e tabi önceki italya yazılarımda belirttiğim üzere, tembel bir millet kendileri, daha doğrusu kendilerine şöyle savunuyorlar:

"yaşamımız işimizden daha mı önemli, o kazandığın parayı dilediğince tadını çıkaramıyorsan ne diye kazanıyorsun?" hak vermemek elde değil tabi =] Bu aralar belkide hayatımın en boş bomboş zamanlarını yaşadığım döneme pek de güzel yakışıyor bu cümle, neyse çok uzatmadan asıl yazmak istediklerime geçeyim.

Evet dostlar, bugünden itibaren (biraz önce tüm derslerimi verdiğimi öğrenmiş bulundum) Toplumsal ve Siyasal Bilimler uzmanıyım. Evet dile kolay 4 seneyi kimi zaman severek, kimi zaman ya bu ne biçüm ders yeaa, hocası ne tatlı/kıl/gıcık/kendini beğenmiş/muhteşem, diyerekten geçirdim ve geldim sonunda sonuna. E tabi hüzünlü biraz, özellikle daha bana en yakın iki insana, (anneme & babama) bölümümün adını ezberletemedim :( hala kızlarını uluslararası ilişkiler okuyor sanıyorlar :( ahh ahh ben ki sözlüklerden bile araştırıp bakıp almanca karşılığını bulmuşum ama genede yaranamamışım. Ya bölümü soran diğer homo sapiensler? onlara ne demeli? baştaki "toplumsal ve.." kısmını at gerisini yanlış anla, ""ha siyaset bilimi" de, iyi mi?!
tabi bizim okulda da suç var üretim sistemleri müh. ne abi? endüstri yahu bildiğin, bir de malzeme bilimleri müh. var ki adından dolayı bu bölümü seçmeyenleri tanıyorum.
Ha tabi bir de her ortamda bölümü söyledikler sonra bi burun kıvırmalar,  bi "aman hepinizde yalancısınız, seçimden önce bir sürü şey vaad ediyorsunuz sonrası fısss...demeler, alınıyorum lan!

sizin için oturduğunuz yerden konuşmak kolay tabi, 4 yılda bir genel/yerel seçimlerde zahmet edip oy ver, sonra her şeyi seçtiğin (ya da  seçtiğine inandığın) lider(!)den bekle, oldu gülüm! Söyle baalım kaç sivil toplum kuruluşuna üyesin? efendim? hiç mi? paraların nereye gittiği belli değil mi? açtın baktın mı sitelerine? neredeyse ay ay dökümü var o paraCIKlarının gittiğin yerin.

Sinirlendim gene şimdi. O kendini solda zanneden 'endişeli aydınlardan' (Binnaz Toprak'ın tabiri bu, ki aradaki önemli bir yüzdenin aydın olduğuna da inanmıyorum ben, işkembeden atıyorlar) , akepe yalakalarından, istikrar var bak ama 16. sıradayız, Allahın izniyle ilk 10'a gireceğiz alimallah'cılardan, ya bilemiyorum kafama göre parti yok sanırım'cılardan bıktım bıktım bıktımmmmm... Hepsi ancak püskevit videosu paylaşıp partilerin manifestolarından bir haber yaşarlar!

Azalarak bitin artık lütfen!

13 Haziran 2011 Pazartesi

hayatının en boş dönemindeki oye

Merhabalar,
cidden başlıktaki durum söz konusu. Finallerim bitti, kabulümü aldım, yurt başvurumu yaptım, yalnızca okulla ilişik kesme işlerim kaldı onları da bacımın mezuniyetinden döndükten sonra bir günde halletmeyi düşünüyorum (kısmetse) . Bu dönemde ne yapıyorum, Game of Thrones'a taktım onu izliyorum bol bol, Tutunamayanlar'ı aldım okuyorum /bir yandan da Kürk Mantolu Madonna/ alışverişe gittik bugün sevgili oda arkadaşımla bir sürü gerekli (gereksiz) şey aldım mutluyum.
İstanbul Politikalar Merkezi'nde staj yapacağım bir ay boyunca bu yaz. Sonra malum eve artık bir gitmek lazım =]
Yalnız Sabacı'nın bu hemen mezun olunca (hatta olmadan) bize hadi ver bakem sen kimliğini, mezun olmadan hemencicik, nasıl mı girip çıkacaksın okula? göster anahtarını olsun bitsin'e getiriyor valla alınıyorum : /
Şu İstanbuldan gitmeden yapılacaklar listem baya kabarıkmış onu anladım, olabildiğince bilimum eğlence-gezmeceye katılmaya çalışıyorum ki özleyeyim geri geleyim 1 sene sonra ;] bkz. bebek Fest, One Love, Tünel şenliği vs vs vs
dün oda arkadaşım, kardeşi olacağını öğrendiğinde nasıl kıskandığını anlattı bana, tabi benimde aklıma düşünceler üşüştü acaba ben ne yaparım diye. Sonuçta daha önceki yazılarımda bahsettiğim üzere ben bir mahalle çocuğu değilim, otelde büyüdüm. Tabi bu otel yılın yarısında açık.
Öncelikle haberi ilk öğrendiğim ana gidelim. Yaşıma bağlı da olarak, herhalde ilk tepkim, ihanete uğramış bir kız çocuğu olarak o cenin'in hemen çıkarılması ve tek kişilik iktidarımın devam etmesi yönünde olurdu. Sanırım annemin karnıcığı şişmeye başladıkça durumu kabullenirdim. Aslında gizli gizli kış ayları için bir oyun arkadaşı istediğimi önce kendime ve açıkça aileme itiraf ederdim. Neden kış dedim, e nasılsa yazın 1 maksimum 2 hafta bir değişen her milletten bir arkadaş çevresine sahiptim.
Şöyle bir diyalog olurdu kardeşimle aramda:

-sen şu havuzun sağındakileri ben solundakileri alıyorum,
-tamam sis
-hadi bakalım gazamız mübarek olsun ;]

tabi burada evimizin dili olan Almanca'yı ikimizinde su gibi bildiğini varsayıyorum. Ama kışında sıkılırdık be birbirimizden, o kadar farklı insan tanıdıktan sonra. Değil mi? Gerçi sıkıldıklarından kavga etmiyor kardeşler sanırım daha ciddi olaylar dönüyor orada, neyse bu konuda bir expert sayılmam susayım artık =]

Bu arada canım ülkemde 2011 genel seçimleri oldu, CHP ve MHP tahmin ettiğim oranlarda oy aldı, AKP biraz şaşırttı, en son ekonomik krizde oy kaybederler diye düşünmüştüm, sonuçta halkımın (aslında dünyadaki neredeyse tüm halkarın) oy verdiği şey ekonomik performans = hizmet. Neyse son bir senede kendilerince iyi toparladılar  ve seçmenin yarısının oyunu aldılar, şöyle ya da böyle. Tabi gelişmemiş bir demokrasiye ve demokrasi kültürüne sahip olduğumuzdan şaibeler gene baş gösterdi. Neyse beni ilgilendirmez gari. All about the money all about the dımdımdırıdımdım vesellam. Apolitik oldum çıktım yemin ediyorum. Ne saygı var ne bir şey. balkon konuşmalarındaki inanılmaz olgunluk aynen orada o dakikada kalıyor lafta. Muhalif olup çözüm üretmemek, kişiliğe saldırı bizim genlerimizde var, ve işte bu yüzden ben sivil toplum yolunu seçtim zati. Sürekli bırbır bikbik konuşmaktansa gerçekten bir şeyler yapmak amacındayım. Yatağıma yattığımda huzur içinde bugün bir insana/hayvana/ağaca/engelliye(WHO'ın açıkladığına göre sayıları 1 milyar olan) yardım ettim diyebilip, kafamda acaba patronumun cebine 1 TL/EURO/DOLAR fazla para koyabildim mi dememek benim  en büyük amacım. Ve umarım tüm engelleri aşarım ya da daha güzeli engellere de takılmadan ulaşırım bu (bana göre) ulvi noktaya.

Bugünlük bu kadar, daha yazacaklarım vardı ama başka zamana, dizi izliycim izninizde =P

öpücükler, sevgiler, saygılar...

29 Mayıs 2011 Pazar

ilk ak telim


wallbase.cc adresi bana büyük ufuklar açtı: bkz. bu wallpaper.
aslında bu wallpaper gene bir vesile oldu bazı şeyleri sorgulamam için.
hele bugün ilk kez çıkan beyazımı da görünce :(
dün 5 yıl sonraki halimi gördüm ve geri döndüm, sevgilimin bir arkadaşının doğum günü vesilesiyle. Gruptaki en küçük yaştaki insan olduğumu belirtmeme gerek yok sanırım :) hepsi üniversiteden en az 5 yıl önce mezun olmuş iş güç sahibi (5/8'i avukat) insanların arasındaydım. Tabi muhabbetlerde hemen değişiyor:
-bizim evdeki de bundan ama smart olan.
-aa bizde de var ondan ama smart mı bilmiyorum, çerçevesiz, şu lcd'deki beyaz çerçeve yok yane
-hımm ama biz alalı daha 3 4 ay oluyor, çok yeni yani (alttan alta biz daha çok para verdik)
...
-yok ya blabla avukatlık şirketinde çalışılmaz, resmen kafamın arkasında bir kafa varmış, oradan çıkınca bende avukat olmak dışında üzülen sevinen bir insanmışım onu anladım.
...
ve bunun gibi patronu/iş yerindekileri / müvekkilleri çekiştiren tipler ~ üniversitede hocaları/notları/sınıftakileri çekiştirmek :)
ama sanırım bu tek benzer tarafı, üniversiteki nispeten rahat ortam iş yerinde kesinlikle yok!
bu da beni korkutan ve soğutan bir şey aslında, belki de master/doktora hayallerimin kaynağı da bu.
prof.luk, konuştuğundan insanları sana hayran bırakmak, o tatlı sert sarkastik espri anlayışlar... hepsi ama hepsi çekiyor beni.
Genç bakış geçen çarşamba bizim okuldaydı, konuk da Emre Kongar. Sivri dil, entellektüellik yanında bol bol popülizm yapan bir insan kendisi, ilk kez 3d olarak görmüş olsamda 2d'de edindiğim izlenimlerde yanılmamışım. Tabi bizim okuldakilerinde suçu biraz, adamın hoşuna gidecek sorular soruyorlar i.e. sorularının içinde cevapları da mevcut : örn: internet yasakları konusunda ne düşünüyorsunuz?adımız kuzey kore iran gibi ülkelerle anılmaya başlandı? e be yavrum bu adam cumhuriyet gazetesinde yazıyor mu? yazıyor. Yani ne tarafta? muhalif. AKP döneminde yapılan tüm uygulamalara ne şekilde yaklaşacak? hı? evet doğru bildin MUHALİF. sadece bir iki sıkıştıran soru soruldu (biri de hulki cevizoğlu tarafından, kanımca en yerinde/oturtucu soruydu) onun dışında kitaplarını/köşesini vs okumuş olan birinin sormayacağı sorulardı.
bende sormayı düşündüm bir soru, şöyleki, sürekli demokrasiden demokratlık/sosyal demokratlıktan, kadın erkek eşitliğinden, insan haklarından dem vuran bu vatandaş bunlara ulaşmanın tek yolu olarak siyaseti gösteriyor. E be dedecim, bu sivil toplum falan ne güne duruyor? insan en azından bir kere ağzına alır şu iki kelimeyi! ama sormadım tabi, vereceği popülist cevabı çok iyi bildiğimden. üstümden prim yapsın istemedim.
neyse bu büyük bir parantez oldu. Asıl konu daha öncede yüzlerce kez belirttiğim gibi, en yukarda paylaştığım duvar kağıdındaki gibi bir yaşam sürmek istemiyor oluşum. neden illa o lineer çizgide gelişmek zorunda her şey? özellikle durum şuyken :

23 Mayıs 2011 Pazartesi

son hafta ?!

geçen haftanın 4 gününü tatil/yatış şeklinde geçirmenin verdiği bir mahmurluk olsa gerek, bir takvimime bakayım ayın kaçı oldu acep dedim. Dedim de bir de ne göreyim, lisans yılımın sonuna gelmeye 2 değil 1 hafta var! Tabi ne fark var ha bir ha iki, ama öyle değilmiş işte! bildiğin bir haftacık, 14 x 10 diye düşününce 139 haftayı geride bırakmışım şaka maka ... Önce içimi bir burukluk kapladı, şu çok fırtınalı geçen 5 senemi geçirdiğim, neredeyse her köşesinde onlarca anımın olduğu üniversitemden ayrılıyorum. Belkide bir daha dönmemek üzere...Sonra üniversiteden hatırladığım ve artık görmediğim yüzleri düşündüm, herkes gitmişti bir yerlere devam ediyorlardı yaşamlarına. Kimi iş hayatının çetin dikenli yollarını seçmiş, kimi akademisyenlik yolunda emin adımlarla ilerlemekte. Hatta 2008 SPS mezunu biri bu sene seçimlerde milletvekili adayı! Okulda benimle birlikte büyüdü: 2 lisans yurdu (iki kere kaldığım b10 b11) 2 yükseklisans yurdu, bir nanoteknoloji merkezi ve hangar'a kavuştu. Dorm kapandı, yerine piazza açıldı, köpüklü kahve oldu dunkin', öğrenci birliği odaları da pigastro...
aslında bakınca baya baya değişmiş okulun çehresi son 5 senede. Tabi iyiye gidişler olsada bazı şeyler çürümekte ama şuanda bahsetmeye hiç mi hiç isteğim yok!
3 4 bölüm önce How I met your mother'da vardı, tam ayrılacağın anda o insan/yer sana güzel/yakışıklı görünürmüş ya, işe aynen o durum oldu bende =] özlemeyecek miyim? tabiki özleyeceğim ama özellikle bu sene bazı şeylere çok bağlanmam gerektiğine iyice ikna oldum.
Bu arada Hakan Günday'ın son kitabını okumaya başladım. AZ. kesinlikle tavsiye ediyorum, çok sürükleyici. Gerçekten çok çok geliştirdi bu herif kendini, tüm ifadelerine hastayım alın işte bir tanesi:

"İnsan doğar. On-on beş yıl sonra dünyanın nasıl bir tezgah olduğunu ve doğumla ölüm arasına nasıl hapsedildiğini fark eder. Bu aslında bir histir, bilgi değil. Ve ilk tepkisini verir. Avazı çıktığı kadar bağırarak. Bu çığlık, bir kalabalığın içinde cüzdanını çaldırdığını fark eden kişinin çaresiz haykırışına benzer. Önce, aşağılayan ve umursamaz bakışlar atan kalabalık, sonra da aşırı gürülteye dayanamayıp içlerinden birini, bağırıp çağıranla konuşmaya gönderir. O da gidip "biz de çaldırdık cüzdanı ne var? Senin gibi kıçımızı yırtıyor muyuz?" der. Böylesi bilimsel bir müdahale için, genelde diplomalı olanlar tercih edilir. Kalabalığın kayıtsızlığı yavaş yavaş sesi kesilen yaygaracı, gerçeği kabullenir ve çevresindeki boşluğu insanlarla doldurur. Buna, büyüme denir. Yetişkin olma. Tam olarak, yetişkin uysallığı. Yapay bir haldir. Tasarlanmıştır. İşlevselliği üzerinde hesaplar yapılıp öyle biçimlendirilmiştir. Yetişkin uysallığının temeli, toplumun varlığını sürdürebilmesi için toplumdaki her bireyin bir boka yaraması gerektiği inancında yatar. Ve en önemlisi, yetişkin uysallığı tamamen ölçüsüz bir dünyada, milimetrik biçimde ölçülüdür..."

bence müthiş bir tespit. Bu ve buna benzer şeyleri okumaktan hoşlanıyorsanız:

5 Mayıs 2011 Perşembe

ah şimdi 20li yaşlarda olmak vardı...

biraz hüzünlü bir yazı olacak (yani şimdilik planım öyle tabi her şeyi cıvıtan ve içinden komik bir şey çıkaran bir yapım var garanti edemeyeceğim yazının sonunda olacakları) bu modda olmayanlar okumayabilir. alınmam.
bu cümleyi sık duymaya başlayınca (en son sevgili rektörümüzle olan toplantıda kendisi aynen şu cümleyi kurdu: "şuanki mevkiimi her şeyi vereyim, tek şart ile yaşlarımızı değişeceğiz") bende acaba bu yaşlarımın gerçekten hakkını verebildim mi diye düşünceler gark oldu bendenize. Bir yanım tabi ki verdin dersini de çalıştın, sevdiğin bir bölümde okudun üstüne mis gibi sanat yan dal yaptın ve gezip eğlenmesini de bildin diyor, diğer yanım ya okulla bağlantın arkadaş grubun okul kulüplerinde olan aktifliğin? Dürüst olmak gerekirse, her öğrenciye laptuş verip toplanabilecekleri minimum bir alan (fasshane - bizim kantin) veren bir okulda (kabül çimler de var ama...) diğer okullardaki gibi bir arkadaş ortamının olmayacağını hesaba katmalıydım. Maalesef herkes biraz 'fazla' kendi aleminde, bu okulda arkadaş çevren olsun istiyorsan kulüplere gireceksin hatta maksimum iki kulübe ve onlarda aktif olanlar olacak (bkz. müzikus, suo, sumun) yoksa  aktivite kaynaşma bekleyemeyeceksin. Öyle havuz başında oturup kız kesip adını öğrenip face'den bulma ile sosyallik olmuyor maalesef. CIP ve Müzikus aslında benim aktif olabileceğim iki alan olabilecekteyse de (tdk'ya selam olsun) hazırlıkta süpervizörlükten red almam beni oradan soğuttu, müzikus ise... bilmiyorum hakkaten neden aktif olup her hafta toplantılara falan gitmedim? Bilmiyorum sanırım bir grubun her şeyi elinde tuttuğu diğerlerine ayak işlerini yaptırdıkları intibası oluşmuştu gittiğim sayılı toplantılarda, tabi böyle bir şeyi iddia edemem, bu sadece benim intibam olmuştu o zaman. 
neyse şimdi geliyorum sabancı döneminin sonuna, yaklaşık 35 gün sonra son finalimden çıkıp kuşlar gibi özgür olacağım =] 
Warwick'in benim için buradan farklı olacağına olan inancım artıyor. Şöyleki, 4 dönemdir exchange öğrenci mentorluğu yaptığımdan o insanların birbirlerine nasıl tutunduklarını, yeni şeyleri beraber keşfedişlerini ve sürekli konuşacak bir şey bulabilmeleri (genelde kültürleri arasındaki farklar, yeni geldikleri ülkenin kültürü vs vs) ve birbirlerine bu sayede kattıkları pek çok şey...  Bende aynen o exchange öğrenciler gibi aynı durumda olduğum bir sürü insanın arasında olacağım. Ayrıca Warwick'te de sürek aktif gönüllülük programları varmış =] ha birde piano odaLARI ve tam teçhizatlı spor merkezi de cabası ;] Yani kısacası değişiklik bana iyi gelecek gibi gibi. Böylece belki 20li yaşlarımın keyfine daha da varacağım, kim bilir?