8 Ekim 2011 Cumartesi

a legal stranger in coventry - 1

hi mağ diğğ, vuc yu layk tu hev som tii : )
bu british accent beni benden alıyor vallahi. Tabi sadece bununla da kalsa iyi ya Hintlilere ne demeli : D
evet artık insanların aksanlarından ülkelerini çözme aşamasına geldim bir hafta içerisinde. Evet 10 gün oldu buraya geleli. Dersler, kitaplar, oryantasyon, koşuşturmaca derken anca şimdi yazmaya vakit ayırabildim. Hakkaten hareketli bir yaşamım oldu burada. Bir yandan artık bir post-grad öğrencisi olduğum gerçeği bir yandan da olabildiğince sosyal aktivite / kulüp / partilerin tadını çıkarmak derken zaman aktı geçti.
Oryantasyon programı fena değildi, sadece başlangıcım muhteşem oldu! Atatürk Havalimanına gelince kötü haberi hemen tam karşımda tabelada gördüm: 35 dakika rötar. Ben de biletimi öyle bir aldım ki, hani ucu ucuna yetişeceğim. Umutsuz ağlak sözlerle check-in'deki kadına saat kaç gibi varacağımızı sordum, merak etmeyin 10 dakika falan geç inecek dedi. Yani 16.15. 45 dakikalık bir maraton bekliyordu beni. Hakkatende uçak dediği saatte indi. Yalnız ben terminal 5e inmiştim ve oryantasyon grubu bizi 3. terminalde bekliyorlardı. Pasaport kontrolü, çipli alman pasaportum sayesinde saniyeler içinde bitti. Ooo kesin yetişirim diyip bavulumu almak için koşturdum, bantımızı buldum. Beklemeye başladım heyecanla. Yalnız küçük bir ayrıntıyı göz ardı etmişim. Uçakta febenin paf takımı vardı, ve kendilerinin bavulları "priority" yazılarıyla beraber bantta 10 dakika sonra dönmeye başladı :@ bekle bekle bekle 16.50de sevgili bavulum BOYRAZ geldi : ) hemen trene atladığım gibi 3. terminale gittim oradanda gelen yolcu çıkışını aramaya başladım harıl harıl. Tabiki bu terminal diğer dünyadaki tüm terminaller gibi giden yolcular düşünülerek yapılmıştı. tam 05.05te çıktım 3. terminal gelen yolcular kısmına ve bizim kırmızı kazaklı oryantasyon takımını gördüm, mutluluktan sarhoş bir şekilde 5 dakika kadar nefesimi toparlamaya çalıştım. Benimle beraber bekleyenlerin profili şöyleydi %80 çekik. Sanırım bu okulda karşılacağım durumun bir prototipiydi : ) otobüsümüze bindik okula vardık, kayıt yaptırdıktan sonra bizi saldılar gidin bulun yurdunuzu diyerek. Uzun çabalar ve iki Hintli kızın da yardımıyla yurdumun kapısını buldum. Ama kilitliydi! Elimdeki anahtarla dış kapıyı açmam gerektiği Hintli kızlar tarafından çığırtılarak belirtildi, kısa bir çabalamanın ardında girebildim binaya, odamı buldum, bavulu bıraktığım gibi dışarı fırladım, çok acıkmıştım! İki Rus kızla beraber yemek yedikten sonra, Hiphop-karaoke partisine katıldım otobüste tanıştığım iki kızla beraber. Bu arada bir taşla iki kuş deyiminin ukrayna'da bir taşla iki sinek, Fransızca'da iki taşla suda iki kez sektirmek (ne kadar romantik değil miii) olduğunu öğrendim : ) Neyse biraz hoplayıp zıpladıktan sonra odama dönüp uyudum. İkinci gün iki Türkle tanıştım, genellikle de onlarla takıldım sonraki günlerde. Seminerler dizisi oldu, en çok İngiliz Kültürüyle ilgili olanı beğendim, bir ara bir yazımı sadece buna ayırmayı düşünüyorum, ısrarla isteyiniz : ) Derslerimi sevdim. İlk dersim Doğu Asya Gelişme Modelleriydi, ve hocamız daha doktorasını yeni almış, e-mail adresi fuzzymind@... olan biri oradan pay biç yani sevgili blog!
Sanırım şimdi yatacağım, devamını sonra anlatacağım!

1 Ekim 2011 Cumartesi

kuzey türkiye

Merhabaaaa,
neredeyse bir ay olacak yazmayalı ama aslında o kadar çok şey birikti ki...
girişi uzatmadan başlayayım. öncelikle "literally" eylül ayında leyleği havada gördüm sevgili blog. Bayram tatilinde babamla Karaman üzerinden Mersin'e oradan da Adana'ya gittik. Bayram sırasında aileyle beraber olmak garip bir duygu benim için (takdir edersin ki). Ama keyifliydi. Adana'da sevgili köyümüze gidip aile mezarlığımızı ziyaret ettik. Nedense insanlar ölülerinin arkasından bile metaryalist gibi geliyor bana. Tamam belki o insanı son gördüğün yer o noktaydı (beyaz kefenin içinde) ama neden yani? bazı şeyler garip. Yakılıp Ganj nehrine falan atılmak daha mantıklı geliyor bana. Madem ruhun özgürlüğe kavuşup rüzgarla beraber salınıyor havada, kalan materyal parçaların için durum neden farklı olsun? amaaan bilmiyorum belki de fazla gerçekçi davranıyorum, bilmiyorum. Neyse saptım konudan ne diyorduk, ha evet Adana. Memleket Adana olmasına rağmen hemen sonraki gün Tekir yaylasına çıktım, misss hava miss su missss yemek üçlüsüne yani ; ) Orada da bir gece kaldıktan sonra, Çamardı yaylasında babamın bir arkadaşını ziyaret ettik. Kendisi organik ve sağlıklı yaşamla kafayı bozmuş durumda. Ama öyle böyle değil. Kendi kuyusundan çıkmayan suyu bile içmiyor o kadar yani. Neyse orada da bir gece geçirdikten sonra döndük yuvamıza.







Aradan 5 gün geçmedi kiiii sabah 5.55 uçağıyşa Samsun'a uçtuk Rotary kulübüyle. İlk günümüz acayip yoğundu. Şöyleki kahvaltımızı Samsun Sevgi parkında yaptıktan sonra, önce Samsun'u (Atatürk heykeli,evi, Bandırma vapuru, teleferik, yabancılar pazarı) gezdik oradan da 4 saati bulan bir yolculuk sonucunda Tokat Ballıca mağarasına gittik. Dünya'da örneği yalnızca burada olan soğan sarkıtlarını %80 oksijen eşliğinde gezdik (rehberin yalancısıyım). Sonraki gün Çorum (Alacahöyük, Yazılıkaya, Hattuşaş) ve Amasya'yı görerek Samsun'a döndük. Sonraki gün Sinop ve Erfelek şelaleleri (yürüyerek / tırmanarak ulaşılabilen 27 farklı şelale - doğa harikası) ile devam ettik. Sonraki gün ise sıra Safranbolu'ya geldi. Muhteşem lokumlar yedik. ve 1 (bir) gram safrana 15 tl verdik (kendisi dünyanın en pahalı baharatı!). Sonra İstanbul'a geldik, grup uçakla döndü. Bense 5 gün sonra Tekirdağ - Şarköy'e devam ettim düğün dolayısıyla. Kına gecesi ve düğüne katıldık. Çok keyifliydi hakkaten bu Trakyalılar işi biliyor : ) bir de erkek tarafı Karadenizli olunca roman havalarının yanında horonlar tepildi ki, nasıl bir eğlenceydi anlatılmaz yaşanır denen cinstendi. Sonra tekrar evime döndüm. İngiltere için hazırlanmaya başladım. Şimdi ise 5 gündür buradayım. izlenimlerimi, gözlemlerimi vs en kısa zamanda aktaracağım hiiiçç şüphen olmasın ; )

4 Eylül 2011 Pazar

Adana, Yayla, Sağlıklı yaşam, Sağ

bayram dolayısıyla peder bey ile adana yollarına düştük. Manavgat-Akseki-Karaman-Silifke-Mersin gibi bir yol izlememiz dolayısıyla bitki örtüsünün yeşilden sarıya (i.e. makiden bozkır), sarıdan tekrar yeşile (i.e. bozkırdan maki) geçişine şahit oldum. Bir baktım o bodur kış-yaz yaprağını dökmeyen ağaçlarla bezili dağlar kayboldu gözümün alabildiğine sapsarı dümdüz bir coğrafi şekil çıktı karşımıza. Gerçekten keyifliydi. Vardığımız gün Mersin'de kaldık, tabi Adana sınırlarına yaklaşmamız itibari ile bici yeme şansını pas geçmedim =] Sonraki gün, Tuzla kavşağından dönüp Kadıköy'e doğru yola çıktık. Evet yanlış okumadın bu yerler İstanbul değil baya baya Adana'da =] Aile mezarlığını ziyaret ettik, tarlamıza baktık. Bu arada Adana köylerinin 12-16 yaş arası gençlerinin bayram eğlencesi motora binip yolun ortasından gitmek olunca bende kendime eğlence yaratıp diplerine kadar gelip kornaya basıp onları korkuttum. Eğlendim.

                                                     
Adana'ya gittik Yüzevler lokantasında yemek yedik. Şimcik bu lokanta pek bir meşhur, hani şu duvarına Hürriyet Gurme'nin top 10 listesinin asıp bunun peşi sıra burada yemek yemiş olan ünlülerin fotoğraflarını koyan mekanlardan. Oturduğum yerden bir bakayım dedim kimler gelmiş, ahanda şu yandaki pek muhterem insanı görmeyeyim mi?! iştah kalmadı!



Kuzenler ve diğer akrabalarla görüştüm. Bir kuzenimi yolcu ettikten sonra atladık dolmuşa yingemle ver elini Tekir Yaylası! Bu yayla deniz seviyesinden 1200m. yüksekte olup Adana'dan kara yoluyla 40 dakikada ulaşılabilen bir lokasyona sahiptir. Şu meşhur hayat sularının kaynağı olan Şekerpınar'ı da içine almaktadır. Havası gece dışarıda oturulamayacak ve evin içinde uzun kollular ve üstünde battaniye ile oturulacak derecede (şuanda Antalya'da pişmekteyken bu satırları yazmak çok acı =( ) Sonraki gün Niğde'nin bir ilçesi olan Çamardı'ya gittik babamın bir arkadaşını ziyareti. Kendisi emekli pilot ve yılların stresini bu 3500 nüfuslu kasabada çıkarmaya karar vermiş. Bir yandan organik tarımla kafayı bozup üstüne sertifika almış, çiçek böcek fotoğrafı çekip bunları internetten araştıran bir insan olmuş. Böcek demişken burada yaşanan komik bir anekdotu yazmadan geçemeyeceğim. Bir gün buranın sakinlerinden biri "sizin bahçede kara böcü var dikkat edin" demiş. Tabi A. Amca dediğim gibi bilimsel yaklaşıma sahip bir insan, hemen sormuş:
 "ağaçta mı yetişiyor?"
 - "yok hayır yerde duruyor"
 - "ee boyutu ne kadar hamam böceği mi karınca gibi bir şey mi?"
- "yok dana kadar"
- "=O, nasıl yani?"
-"ya işte var ya o pis hayvan"
...
konuşma böyle uzamış biraz sonrasında "hani biz yiyemiyoruz ya yasak dinimizce" demişler, domuz demek istediklerini anlamış. Domuz demek İslam'da günahmış. Bazen sırf uyuz etmek için anlamamazlıktan geldiklerini de itiraf etti =]  Onlar kendi ürettikleri ya da üretildiği yeri/şekli bildikleri şeyleri tükettikçe benim içime düşen kurtlar 2nin katları şeklinde yükseldi! Kim bilir ne kadar sağlıksız şekilde besleniyoruz, bu da kanser olma ihtimalimizi arttırıyor ve obezliğe emin adımlarla ilerlemeye de devam ediyoruz ?!
Of çok iç karartıcı oldum. Kapatıyorum bu konuyu.
Biraz siyaset konuşayım bari o kadar okumuşken =P Bugün annemin bir arkadaşıyla konuşma fırsatı buldum. Almanya'nın partilerinden, bir sonraki seçimde neler olacağından bahsettik. Ona göre Almanya'da sağ ile orta arasında hiç parti kalmamış bu da çok büyük bir eksiklikmiş. Hatta Hollanda'daki Wilders'ın hayatını tehlikeye atma pahasına da olsa haklı davasından vazgeçmediğini belirtti. Kuran ve Kavgam'ı karşılaştıran, Kuran Hollanda'da yasaklanmasını isteyen aşırı sağcı bir politikacı. Türkiye'de bile apaçi/kıro/askıntı diye tabir ettiğimiz insanlardan XX kromozomlular olarak iğrendiğimiz düşünülürse bu insanların Avrupa'da bu tip davranışlara o kadar da alışkın olmayan (Almanya örneğin) Avrupa insanının bu insanlardan ivedi bir şekilde kurtulmak istemelerini bir yerde haklı görebiliyorum. Ama diğer yandan da vatandaşlarının yapmak istemedikleri düşük maaşlı işleri göçmenlere yükledikleri bir gerçek. İlk kez aşırı sağı/sağı destekleyen biriyle yüzyüze olmak konuşmak sanırım beni tekrar düşünmeye teşvik etti, paylaşmak istedim.
Son olarak bir kaç fotoğraf:


Kaplumbağalar neden uzun yaşar?

LÜTFEN ELLERİNİZİ DOKUNMAYIN!
(Karaman Macro AVM)

27 Ağustos 2011 Cumartesi

murphy kızı oye devlet dairelerinde

yazma motivasyonumu genellikle arkadaşlarımın bloglarından, komik olaylardan veya izlediğim güzel bir filmden alıyorum. Bu sefer tüm bunların karışımı olacak gibi. hatta başlığı "kısa kısa" diye atsam mı dedim sonra lafı uzatmayı seven ben, bunu uygun görmedi =)
*şimcik öncelikle komik daha doğrusu trajikomikler, söz konusu murphy'nin kızı olan Oye olunca sadece komik olmii :) Sadece Alaman pasaportumla (bu arada annemin alman olmasını sağlayan karma/kelebek etkisi/kader vs.ye buradan binlerce tşk) yurtdışına çıkamayacağım aklıma dank edince, bir telaş şu Türk pasaportunu halledeyim ve ikametkahı da Antalya'ya alayım işlemlerde terslik çıkmasın dedim. Dedim de, devlet memurlarıyla yüzyüze muhattab olmayalı uzun zaman geçtiğini hesaba katmadım. En son nüfus cüzdanımdaki 13 yaşındaki ergenliğe yeni girmiş eğrü büğrü fotoğrafımı değiştirmek için nüfus müdürlüğüne gitmiş, o zamanda babamın arkadaşı olan nüfus müdürünün ikram ettiği çay eşliğinde klimalı odada bekleyerek yeni nüfus cüzdanıma kavuşmuştum. Bu güzel anımı Antalya'da kirletmiş bulundum. Öncelikle annemin: aman bir şey eksik olmasın, aman doğru yere gidelim'li cümleler eşliğinde internetten "antalya nüfus müdürlüğü" anahtar kelimelerini yazarak google'dan yardım dilendim. Yalnız şöyle bir durum söz konusuymuş: 500.000 nüfusuyla Muratpaşa Belediyesi ve aramalarda ilk bu çıkıyor. Önce biraz kıllansamda, Antalya-özürlü bünyem olayı irdelemeyip kabullendi, bizde tuttuk Muratpaşa Nüfus Müdürlüğü'nün yolunu, bir cümle önce belirttiğim üzere, bu belediye Antalya nüfusunun yarısını barındıyor. Yani sıra numaramızda ona göre. 20, ve sıra 400 küsürde. O mio dios acaba 999dan sonra mı 1e dönüyor diye düşünürken 499da döndü 1. sıraya. Oh aman neyse az kaldı dedik ve hakkaten sıra bize geldi bir 20 dakika içinde. Ama gel gör ki biz Konyaaltı Belediyesi'ne (zamanında Konya'ya yalakalık olsun diye konulmuş =] ) bağlı olduğumuzdan oradaki nüfus müdürlüğüne gitmemiz gerekiyor imiş! Antalya'nın nemli sıcağına daha fazla katlanamamak ve tatil tembelliği içinde yarın hallederiz artık dedik. Yarın oldu, önünden geçtiğimiz kocaman tabelalarla belirtilen Konyaaltı Nüfus Müdürlüğüne gittik, Konyaaltı Belediyesinden (itin öldüğü yerde) Adres Talep Formu almamız gerektiğini öğrenmiş bulunduk. Şehrin dışında havadar bir yere kurulmuş olan belediyemize vardık, bir iki yanlış yere girdikten sonra bulduk formu alacağımız yeri. Yüzümüze bakan ve yüzü temiz olan amcanın karşısına oturduk annemle. Tabi ilk soru bana bakarak anneme doğru başını 45 derece bükerek "annen mi?". Ve sonrasında sürekli karşılaşmak zorunda olduğum, genlerimi ben seçmişim gibi bir tavırla:
"aaa hiç olmuş mu alsaydın ya annenin boncuk mavi gözlerini" cümlesi, sonrasında benim omuz silkmem, "babama çekmişim ne yapayım ehue". Buraya kadar "normal" daha doğrusu alışıldık, adam birde mavi gözler üzerine şiir okumasın mı? O an elinden Adres Talep Formunu çekip çıkmak istedim. E tabi amcayı da anlıyorum gün boyu 15 metrekare oda 4 kişi birbirlerine bakıp duruyorlar, annem gibi egzotik ve ona hiç çekmemiş yurdum kahverengi gözlü kızı girince takılmak istedi birazCIK! Elimizde form çaldık nüfus müdürlüğünün kapısını. Görevli kadın (gene aynı mimikle) "annen mi?" dedi, "evet" dedim. "babana çekmişsin o zaman, annen hamileyken babana çok bakmış, sende hamile kaldığında annene bak e mi?" ben: =S, =O vs.
Her gün geçtiğimiz muhtarlığı 15 dakika arama sonunda (camiden çıkmış yardım etmek için yanıp tutuşan bir abinin 4 yeri aramasını beklemesek daha hızlı olurdu belki bulmamız) gittik belgeyi teslim edip yenisini alıp, resmen Antalya'ya taşınmış oldum.

* Mr. Nobody, top 5 listemde. Paralel evrenler, entropi, kelebek etkisi, gibi kavramlara meraklıysan, Amelie gibi orijinal çekimlerin bulunduğu filmlerden hoşlanıyorsan ve yapış yapış aşkları izlemekten tiksinip gerçek aşkı  tüm saflığıyla izlemek istiyorsan bu film sana göre!

*Kaldı bir ay! Tam bir ay sonra bu saatlerde warwick kampüsünde ve belki de odama yerleşiyor olacağım. Şimdiden heyecanlandım. Bir yanım artık biraz hazırlık yap oku et şu doğu asya hakkında bir şeyler. Diğer yanım (ki kendisi baya dominant) yeah yayıl 9gag, penguen, uykusuz, dexter... nassa canını çıkaracaklar okumaydı research paperdı, keyfini çıkar SON tatilinin ! Bu arada İngiltere'nin tatil politikasını tuttum: 2 ay ders bir ay tatil =]

Şimdilik bu kadar sanırım, bayramda Adana'ya gidip Adana'ya uğrayıp yayla ve Mersin arasında mekik dokuyacağım =]

15 Ağustos 2011 Pazartesi

kelebek(ler) vadisi


son 3 gündür gerçek anlamda tatildeydim. Şimdi Anadolumuz muhtelif denizsiz yerlerinde yaşayan okuyucularıma ayıp olacak ama Antalya'da yaşam o düşündüğünüz gibi tatil olmuyor kuzular. Bende günümün büyük kısmını evin içinde laptuş başında, facebook-twitter-ekşi-habersiteleri-mail... arasında gezinerek geçiriyor, akşam 5.30 civarı denize girip çıkarak (tamam bu kısım Antalya'ya özel farkındayım ;] ) sonra tv, film, yemek döngüsünde geçiriyorum. Sizlerden çok da farklı değilim efem.

Emmeeee, son 3 gün öyle değildi işte; arkadaşlarımla Kelebekler vadisindeydik çünküüüüüü =]

Yolculuğumuz da dahil olmak üzere baya eğlenceliydi, gece 00.00da bindik Antalya'dan, sevgili dostum A.C. yolculuğun 4,5 saat süreceğini söyledi, bizde "ne yapsak ki gecenin 4.30unda orada, neyse Fethiye'de açık bir yerler bulur dolmuş saatine kadar bekleriz" dedik. Dedik de vardık mı 3.30da Fethiye otogarına! Neyse dedik gidelim şehir merkezine takılırız, taksi bulduk 10 tl aldı 180 saniye süren yolculuğumuz (!) için, dert etmedik. Işıklı bir şehir beklerken bizi karanlık minik bir yer karşıladı, ramazan ayının gazabına uğradık, her yer kapalıydı (0_0) market bulduk aldık içeceklerimizi liman olduğunu tahmin ettiğimiz yere oturduk, saat 4 e gelmekte, en erken dolmuş 7de, kelebekler'e en erken tekne 11de var mı daha 7 saat. Yalnız şöyle bir durum vardı ki, beraber gittiğim arkadaşlarımda bilimum şebeklik genleri mevcuttu, 2 tanesinin Kıbrıs'ta okuması onların KıPrısçaya hakim olmalarını sağlamış ve bizi baya güldürmelerine neden oldu, ingilizce gibi düşünüp (fiili başa atıp) mı-mi soru eklerini atıp son heceleri vurgulayınca al sana oluyor KıPrısça =] 7 gibi bir yerler açıldı sonunda kahvaltımızı yapabildik, oradan köpekler eşliğinde (birisi yüreğimi ağzıma getirdi, çığlıklar atmama sebep oldu kendisini sürekli arabaların önüne attığından) dolmuş durağına kadar gittik, bindik, yolda tüm arkadaşlarım uyudu böylece yolu takip edip ineceğimiz yeri kaçırmamak bana düştü :) Ölüdeniz'e vardık, sahilde bir ağaç gölgesine kurulduk yattık uyuduk 1 saat kadar (evsizler stayla vol.bilmemkaç) bineceğimiz tekneye dikkat etmemiz gerektiğini Kelebeklerin sitesinden okumuştuk aynen şöyle yazmışlar:


"Ölüdeniz Plajı’na iner inmez saldıran, “Vadi bileti buradan satılır” diyen hanutçulara aldanmayın…
Vadi’nin resmii, kendine ait, tarifeli servis tekneleri vardır. Yukarıdaki fotoğrafta görülen teknenin ismi “Kelebekler Vadisi 1” ve kaptanının ismi Süleyman’dır. Diğer teknemizin adı “Kelebekler Vadisi” ve kaptanı yine Süleyman’dır. "



bir sorun çıkmadan vardık, valizlerimizi gören Handan ismindeki kızcağız kimliklerimizi aldı kaydımızı yaptı, para ödemesini giderken yapıyorsunuz dedi, bu işte bir psikoloji var bence, öncelikle sana güveniyorlar sende doğal olarak onlara karşı bir güven oluşturuyorsun. Ayriyeten bu şekilde tatili uzatmak daha da mümkün hale geliyor, kimse sana çıkman gereken tarihi söylemiyor , rahatsın.

Vadiyi ters V şeklinde düşünürsek ağız kısmı denize denk geliyor, V'nin iki çizgiside dağ.Çadırda kaldık, ama çadır dediysek bildiğin yerden yüksek yatak var (başka da bir şey yok gerçi ama ;))e tabi çadırı kilitlemek gibi bir şey söz konusu değil mecburen güveniyorsun. Yemeklere gelmek gerekirse hepsi harikaydı! Zaten vadide tarım alanları var, organik organik üretiyorlar tüm sebzeleri taze taze yiyorsun, tadına varıyorsun.Sabah kahvaltısında ızgaranın üstünde kızarttığın ekmeğin üstüne misss gibi tereyağını sürüyorsun. Çadıra böcek girmiyor mu? Hayır. Aslında sadece bir sabah karşı yatağımın üstünde bir arka bacağı kopmuş renki bir çekirge gördüm, göz ucuyla onu takip ederek eşyalarımı topluyordum. O minik gözlerini bana diktiğini hatta gözgöze geldiğimizi hatırlıyorum fekat üstüme zıplamasını beklemiyordum. evet böcüklerle yaşadığım tek hadi bu oldu. Yukarıda bahsettiğim ters V şeklinin dibine gittiğinizde sizi şelaleler karşılıyor. "Kelebek(ler)" adına kanmayın, mevsimden midi nedir, sadece bir adet kelebek gördüm =/

İkinci günümüzde Ölüdeniz Tabiat Parkına gittik, park lafına aldanmamak gerek bildiğin plaj, o yüksekten çekilmiş kumlu lagün falan yalan. Güzeldi vesellam. Denize girdik çıktık, "anaaam hakkaten batmıyorum, bak şimdi de çarmıha gerilmiş gibi duracağım, bak bak batmadım =) " muhabbetleri yaptık, saatlik kano kiraladık, güldük eğlendik. Akşam döndük vadimize. Rock Bar 'da (adını kayalıkların üstünde olmasından aldığını tahmin ediyorum, zira genelde elektronik müzik çalıyordu =] ) oturup içeceklerimizi yudumladık. Ayda 2 gelecek bir şans eseri dolunay vakti oradaydık çok çok çok ama çok keyifliydi! kesinlikle hayatımın yaşanmış "an"ları arasına girdi orada oturduğum vakitler.








Vadinin hayvanlarından en çok sevdiğim sanırım şu fotodaki ördek oldu ^o^ kendisi bir sevimlilik abidesi, ıslık çalınca geliyor,sana cevap veriyor elinden ekmek yiyor.











kıssadan hisse: herkese tavsiye ederimmmm!!!!


2 Ağustos 2011 Salı

çoğcuum nerdeee?

Antalya'ya geldiğimde nispeten sakin bir yaşamı kucaklayacağımı umut ediyordum. Öyle olmadı. 2 gün önce denize gittik. Yaydık hasırlarımızı, havlularımızı, girdim çıktım denizden ki ne göreyim, pembe haşemalı 30 yaşlarında bir kadın bağırıyor:

"çocuğum neredeee? fevzanurrr!!gel kızım neredesinnnn?"

tabiki o bir anne, tabiki panik olmuş. Bende etrafa ve özellikle denize bakmaya başladım çırpınan birini görebilecek miyim diye. Kimseyi göremedim. Kadın yanındakilere kızını tarif de etmiyor, sadece "polisi arayın, çocuğum yokkkkk" diye bağırıp ortalıklarda koşturuyor. Tabi bizim kendini sorumlu hisseden türk insanımız da kadının peşinde sıra olmuş, şıpşıp sularını akıtarak koşturuyor. Neyse oturdum ben annemin yanına kadını gözlemlemeye başladım. Birkaç dakika geçmişti ki yaşlı bir teyze şişme simit takmış bir kız çocuğunu elinden tutmuş getiriyor. Anne - kız buluşması tam bizim oturduğumuz yerde gerçekleşiyor. Tabi bir anda 10-15 kadar meraklı insan başımızda bitiyor. Kadın ilk saniyelerde çocuğu alıyor kucağına "neredeydin kızım ha, neredesin sen?" diyor, kızdan bir ses çıkmıyor panik olmuş durumda. Sahil görevlileri insan kalabalığını dağıtmaya çalışıyor ama nafile, bağırışları duyan geliyor duyan geliyor. (bu durumu iyi bilen teröristlerin, önce küçük çapta zarar veren bombayı patlattıktan 10 dakika sonra ikinci büyük bombayı patlatmaların nedeni bu sanırım. İnsanların olay yerini terketmesi gerekirken daha da sokulması...) O kızın elinden tutan yaşlı teyzenin anneanne olduğunu öğreniyoruz tabi, çünkü şöyle bir diyalog vuku buluyor: (çocuğun annesi) "anne sana emanet ettim, ne biçim annesin, seni dövmek gerek valla... git seni gör..mek... istemiyorum" tükürükle dağılan konuşmalar...
tamam anlarım heyecanlıydın çocuğun kaybolmuş heyecanlanmışsın, sevineceğin yerde ne bu şiddet bu celal e teyzecim.
dayanamadık daha fazla kalktık başımızdaki kalabalık dağılmak bilmeyince.
annelik zor zanaat azizim. anti-evlilik insanı olan ben için zaten çok uzak bir kavram.
kalın sağlıcakla, bol su & az güneş cancağızlarım.
t

29 Temmuz 2011 Cuma

sabancı'da son gün.

merhaba,
bir önceki yazımda doğumgünü tribine girmişim, çocukluğum bitmiş gibi geldiği için belki de... nerede o deniz havuz arasında mekik dokuma ile geçen, dondurmadan karın üşütülen, garsonluktan resepsiyonistliğe uzanan çerçevede çalışma ve bilimum eğlenceyle geçen 3 BOMBOŞ ay, nerede şimdiki oyenin yaz tatili =/ aslında kızmaya çok da hakkım yok, öncelikle kendim seçtim burada olmayı, ikinci olarak oradaki hayatımın ikiye bölünmesi konusunda benim elimden gelen bir şey yoktu. Şartlar öyle gerektirdi. Üçüncüsü yolumu turizminden ayrı çizen deeee bendim! Bunun çerçevesinde de 17 yıllık habitatımın artık başkalarına ait olmasında da benim katkım yadsınamaz... Depresif bir hava versem de aslında öyle değilim, bir an önce yeni yaşamıma doğru gitmek istiyorum, yeni insanlar/kültürler tanımak, geleneklerin ülkesi İngiltere'yi, İrlanda ve İskoçya'yı (sonrasında arkadaşların olduğu ülkelere öncelik vererek Avrupa'yı) keşfetmek, exchange yapmamanın tüm hırsını çıkarmaya çalışacağım bu bir senede! Tabiki yanımda 13,3 inçlik laptuşumla tezimi yazarken bu daha kolay olcek öncelikle alacağım laptuşa karar verebilirsem bittabi. Okulun 5 senedir benim yerime karar verip laptop vermesi, ve bu laptopı masaüstü bilgisayarı şeklinde kullanmam şuan büyük bir zorlk yaratıyor. Karar veremiyorum, işlemcisi neymiş, rengi beyaz mıymış, tuşları arasında boşluk varmıymış vs vs zor iş anlayacağın sevgili blog.
İstanbul Politikalar Merkezinde çok işim kalmayınca bende mezunlar ofisinden gelen mail doğrultusunda, üniversite tanıtım günlerine gelen öğrencilere yardımcı olayım, sorularını falan yanıtlayayım taze bir mezun olarak dedim. Çok memnun oldular, pazartesi günü gittim rektörlüğü beni SGMye götürdüler. Neyseki tanıdığım bir sürü insan vardı. Gittim D.'nın yanına,


-soruları falan yanıtlayacağım di mi ehue nasıl eğlenmiştik Antalya'da tanıtım günlerinde (gülensurat) tadındayken,
- sende dekanlardan sonra çıkıp sunum yapacaksın.

demesinler mi? yok yani sunum fobim falan yoktur emme, hazırlıklı olmak şartıyla, ben öyle bir elimi kolumu sallaya sallaya gelmişim ki elimde hazırlanabileceğim kalem kağıt dahi yok! neyse benimle beraber bir mezun daha vardı beraber çıkınca ve de zamanımız çok kısıtlı olunca ilk günü arızasız bitirdik. (yalnız bir mezun olarak bundan sonra ne yapacağımı es geçmişim, uyanık bir dinleyici hemen sordu saolsun, konuşmamın hemen başına ekledim sonraki günlerde warwick'e gideceğimi =] )
Sonraki günlerde de elimde notlarımla çıkıp tecrübelerimi paylaştım, parası koç ve sabancıya yeten her öğrencinin sorduğu neden koç yerine buraya geleyim, o sarıyerde siz ise orhanlıdayken, şimdi sizin bölüm tam olarak nasıl oluyor?  Bu arada parayı verecek olanlar aileler olunca soruların %99u onlardan geliyor, gariban adaylarda kurbanlık koyun gibi yanlarında dinliyor.

Bugün Sabancı'da son günüm, biraz hüzünlüyüm tabiki, kolay değil 5 senem geçmiş şu 15 milyon metrekare yerde! Dün Hangardaydık, shuffle'ı dinledik oturduk göl kenarında, b8-b9 rektörlük, diller okulu, yönetim bilimleri fakültesi, b5in ışıklarının yansımasını izledik... Bugün kuaförde son kez saçımı kestireceğim Serdar Abime, Elanur'u (2.5 yaşındaki kızı) soracağım, oradan yurtların arasından süzülüp iki arkadaşımı ziyaret edeceğim, belki son bi yemekhanede yemek ve bitecek. Onca anının hep yükü hem hafifliğini (nasıl bir isim tamlaması oldu hiç bilmiyorum =] ) taşıyıp yarın Antalyaya uçacağım. Ve resmi olarak yaz tatilim başlayacak...

Sanırım bugünlük yazacaklarım bu kadar, Antalya'da yazmaya daha çok fırsat bulacağım, sık yazarım...