13 Ağustos 2013 Salı

Nem, iksv, house of cards ve Max



İşte bunlar hep nem azizim, havanın sıcaklığı değil de işte hep bu yere batasıca nem yok mu insanı mahvediyor. Evet bu cümleyi kimbilir 2'nin kaçıncı üssü kez dinlemişizdir yaz aylarında. Karşıdaki insanın da desteklemesiyle sav'ına daha da inanan X kişisi, bu cümleyi her tür ortamda dillendirmekte bir sakınca görmez. Aslında buna benzer dead-end diye tabir edilen onlarca cümle kuruyoruz hayatımız boyunca belki de farkında olmadan, bazen kendimizi çok rahat hissetmediğimiz bir ortamda sessizlik olmaması adına bazen de dediğim gibi hiç farkında olmadan. Belki de bu kısır döngüden kurtulmak için her zaman herkesin söyleyecek bir şeyi olan akademi de kaldım son iki senedir. Fakat sanırım bu da beni sıktı artık ve tam da bu yüzden beni çağıran ilk yere gittim - eğitimimle çok alakalı olmamasına bakmadan.

Evet bahsettiğim yer İKSV. Son iki gündür sabahın 7'sinde kalkıp 1.5 saat yol tepip Şişhane'ye gidiyorum Metro - motor - metro ulaşım araçlarını kullanarak. Dün daha çok tanışma ve sanat'ın bize ifade ettiği şeyleri tartışarak geçti. Ve çok keyif aldım. 24 kişiyiz ve neredeyse hepimizin eğitimi ve eğilimleri çok farklı. Yine de bizi birleştiren güçlü bağ kültür-sanat ve Bienal. Bu sene 13.sü düzenlenecek ve bir ay kadar sürecek. Bizim aldığımız eğitim sonucunda da tur rehberi olacağız. (bu arada bu sene ücretsiz mutlaka gidin derim) Tema ise 'Kentsel Dönüşüm ve Kamulsal Alan Tartışmaları'. her ne kadar Gezi olayları sebebiyle bu temanın seçildiği akla gelse de tabiki kuratörler temayı çok çok çok önceden belirliyor. Tabi bence çıkış noktası OCCUPY hareketleri olmuştur. Hatta geçen Bienal'de Sarıyer Belediye başkanını gezdirmiş bu eğitime katılanlardan biri, bazı sanatçıların Occupy Movement'la ilgili fotoğraflarını görmüş 'amaaan nasılsa bu gibi şeyler bizim memlekette olmaz' demiş. Baya güldük grupçak - güzel bir kapak olmuştur Gezi Direnişi bu yavşak insana.

Neyse tekrar gruptaki insanları anlatmaya döneyim ben. Dediğim gibi 24 kişiyiz ve bunların 22'si kız, biri gay, biri erkek = ) Tiyatro-sinema sanatçısı olan da var benim gibi siyaset bilimi okumuş olan da. Mesela bahsettiğim erkek felsefe mezunu ve dün tek kelimeyle sanatı özetlememiz istendiğin de 'yeni' dedi ve açıklamasını yaptıktan sonra hoca 'kimler aynı fikirde' dediğinde kimse el kaldıramadı =)
Drama çalışması yaptık mesela bugün baya keyifli geçti. Bir gün içinde hem Japonya Enerji Bakanı, hem diş doktoru oldum hem de gruptan birine ait olan eşya hakkında bir hikaye uydurdum. Tabiki bu alıştırmalar grubu birbirine daha fazla kaynaştırmak amacıyla da yapıldı ve kesinlikle işe yaradı.

Bu arada House of Cards'ı bitirdim ve izlemeyenlere kesinlikle tavsiye ederim. 13 bölüm zaten ve çok akıcı. Beyaz Saray da geçen entrikaları Kevin Spacey'in anlatımıyla izleyip dönen karanlık işlere şaşırıp kalıyoruz. Tabi ki yaşanmış olaylara dayanmıyor - hayal ürünü ama gene de etkileyici.




Dün izlediğim bir film ise 'Max' türkçeye 'Genç Hitler' olarak çevrilmiş. Önce acaba çeviri yüzünden spoiler mı verilmiş diye düşündüm ama zaten filmin başında kendini hitler diye tanıtıyor. 1918 Münih'inde geçen film Hitler'in birinci dünya savaşından sonra ressamlık ve hatiplik arasında git-gellerini işlemiş. Noah Taylor'un performansı gerçekten takdire şayan. 

3 Ağustos 2013 Cumartesi

PF a.k.a. the LEGEND

heyecanliyim hem de cok! acaba bu gece uyuyabilecek miyim? meçhul. sebebi ise çok bariz= yarın Roger Waters'ın The Wall turnesi kapsamında ITÜ stadyumunda vereceğe konsere gideceğim yarın akşam!

Roger Waters, Pink Floyd adlı efsanevi İngiliz rock grubunun kurucusu (?) 1965 yılında Syd BarrettNick Mason,Roger Waters, and Richard Wright tarafından kurulan PF David Gilmour'un da katılmasıyla harikalar yaratan son haline ulaştı. Fakat bu uzun sürmedı ve Syd'ın ayrılmasıyla Roger grubun beyni - söz yazarı   oldu. Üst üste Dark Side of the Moon (her 12 kişiden 1'i bu albüme sahipti o zamanlar - internetin gözünü sevem), Wish You Were Here, Animals, The Wall ve The Final Cut gibi müzik tarihinde yeri şüphesiz sağlam albümlere imza attılar. İlginç bir dipnot da vereyim burada. 1989 yılında Soyuz TM-7 isimli göreve çıkan Rus astronot yanında Delicate Sound of Thunder'ı götürerek PF'un uzayda albümü dinlenen ilk rock grubu olmasını sağladı. Şarkıların kendisi kadar albüm kapakları da çok konuşuldu. 




Albümlerin bir kısmı zamanın 'trend'ine uygun olarak siyasal alt mesajlar da vermeye devam ediyordu. Örneğin Animals (1976) albümü ismini George Orwell'in Hayvan Çiftliği kitabından esinlenerek almış ve oradaki ana hayvanlar şarkılara ismini vermiştir (Pigs, Sheeps, Dogs...) 
Richard ve Roger'ın ayrılmasıyla, grubun kalan üyeleri 1990 ortalarına kadar albümler çıkarmaya devam ettiler.

Fakat Roger Waters'ın şarkı sözlerinin derinliğini asla yakalayamadılar kacımca. (High Hopes gibi şarkıları tenzih ediyorum burada, bkz. http://www.lyricsfreak.com/p/pink+floyd/high+hopes_20108697.html )

The Wall ise başlı başına bir felsefe olarak çıkıyor karşımıza. 'Another brick in the Wall' şarkı sözü müzik tarihine altın harflerle kazılmıştır. Eğitim sisteminin tek-tipleştiren yapısı ve verdiği kalıcı zarar daha güzel anlatılamazdı. Bizi birey olmaktan çıkarıp kapitalist düzenin dişlilerinin daha iyi çalışmasını sağlayan bir nevi 'makina yağına' çeviren bir 'fabrika' olarak tasvir ediliyor şu çok övülen 'okullar'. Echoes gibi uzun intro'lu şarkılar ise PF'un belirgin özelliklerinden bir tanesi olmuştur. Yalnız şunu belirtmek gerekirki bu şarkının başındaki sesi PF KEŞFETMİŞTİR. Yani müziğe yeni bir ses ekleyenbir grup kendileri ve bence ötesi yok !


Progressive şekilde ilerleyen ve ilerledikçe kendini şarkının içinde kaybetmeni sağlayan bir sound, ve pek anlamlı / politik / felsefik sözler bence PF'u PF yapan başlıca iki etken. 

Şimdi gelelim yarınki the Wall konseriyle ilgilini bir kaç istatistiğe =

-The Wall için kurulan sahne ülkemizde gerçekleşen Madonna ve Red Hot Chili Peppers konserlerinde kurulan 2 sahnenin toplamı büyüklüğünde. Dünyada bugüne kadar kurulmuş en büyük sahne olarak kayıtlara geçti.

-The Wall şovunda kullanılan projeksiyon, dünyanın en büyük yıldızlarının kullandığı projeksiyonun tam olarak 6 katı büyüklüğünde. 120 metre olarak dünyada bir konserde görülen en büyük projeksiyon duvarı olarak rekor kitabına girdi.

-The Wall için kurulacak sahnenin prodüksiyonunda toplam 270 kişi çalışıyor.

-The Wall için kurulan sahne ve prodüksiyon malzemesini yurtdışından ülkemize getirecek tırlar arka arkaya dizildiğinde uzunlukları Boğaz Köprüsü’nü 2 kez dönebiliyor.

-The Wall sahnesinin kurulumunda 8 vinç, 12 fork lift ve 4 kamyon kullanılıyor.
Daha önce yine Roger Waters’ın kullandığı ve dünyada ilk kez uygulanan surround sistemi bu konserde de kullanılacak. Konsere katılacak seyirciler stadın hangi noktasında olursa olsun, sanki evlerinin salonunda bulunun 5+1 sinema sistemi gibi ses kalitesiyle konseri izleyebilecekler. Konserin tamamında kullanılan  hoparlör sayısı dünya yıldızlarının statlarda kullandığı hoparlör sayısının neredeyse 3 katı.

-Sahnenin toplam ağırlığı 140 ton.

-The Wall konserinde kurulacak duvarda kullanılan büyük tuğlalar, yaklaşık olarak iki binanın yapımında kullanılan tuğlalarının sayısıyla eşit durumda.





Bu arada Roger Waters Gezi Direnişi destekleyen aşağıdaki notuyla da benim takdirimi bir kez daha kazanmıştır. 

''To all my friends in Turkey
I am with you! We are with you! You are so right to resist the forces of autocracy and repression. It doesn't matter who they are.
If I read the Internet right, in your case, you are resisting autocratic religious zealots. 
Turkey is your country and we support you and yearn for your freedom, but also, you and your struggle are so important to the rest of the world. 
Every time a man or woman or child takes to the streets, and stands up for human rights, for self determination, for democracy, for Mistress Liberty, the rest of the world is in debt.
We are not physically with you in the water cannon's fire, in the tear gas clouds, but we are with you in spirit. 
We applaud your stand for we know it is not easy.
Your great country stands at the gateway between east and west. Constantinople is legend in the history of civilization. Your resistance today may well be a turning point between all of us and a return to the dark ages. 
THERE IS NOTHING MORE IMPORTANT THAN WHAT YOU ARE DOING TODAY:
With love, and tears, and huge respect,
Roger Waters.''

Kısaca artık yarın olsunnnnn !!



31 Temmuz 2013 Çarşamba

Roger Waters'a son 4!

http://www.youtube.com/watch?v=gZ2tluarzZs

Mother do you think they'll drop the bomb
Mother do you think they'll like the song
Mother do you think they'll try to break my balls
Ooooh aah, Mother should I build a wall
Mother should I run for president
Mother should I trust the government
Mother will they put me in the firing line
Ooooh aah, is it just a waste of time
Hush now baby, baby don't you cry
Mama's gonna make all of your
Nightmares come true
Mama's gonna put all of her fears into you
Mama's gonna keep you right here
Under her wing
She won't let you fly but she might let you sing
Mama will keep baby cosy and warm
Ooooh Babe Ooooh Babe Ooooh Babe
Of course Mama's gonna help build the wall

Mother do think she's good enough for me
Mother do think she's dangerous to me
Mother will she tear your little boy apart
Oooh aah, mother will she break my heart
Hush now baby, baby don't you cry
Mama's gonna check out all your girl friends for you
Mama won't let anyone dirty get through
Mama's gonna wait up till you get in
Mama will always find out where
You've been
Mamma's gonna keep baby healthy and clean
Ooooh Babe Ooooh Babe Ooooh Babe
You'll always be a baby to me
Mother, did it need to be so high.

12 Temmuz 2013 Cuma

evim evim (4)


Bu satırları laptuşun üstüne çıkmaktan kendini alamayan sevgili kedimle mücadele ederek yazmaktayım. kopukluklar olabilir şimdiden uyarayım. zira kendisiyle gözgöze gelip gözlerimizi kaçırmadan en uzun süre bakma yarışında yeni çığırlar açmaktayız. 

Evet yukarıdan anlaşılacağı üzere, kedilerim de olduğuna göre evime iyice yerleştim ve onlar sayesinde eve ısınma sürecim de hızlandı. E kolay değil 7 yıldan sonra ilk kez 'evim' dediğim bir yer var. Yengeçliğin de verdiği bir şey olsa gerek, tekrar içinde olmayı sabırsızlıkla beklediğim. her köşesinde gün be gün yeni anılar biriktirdiğim ve çok sevdiğim EVİM. Sanırım sevdiğim huylarımdan biri de yeni 'şeylere' çabuk alışabilmem. Ve kendime de alıştırmam :) kedilerim benim bulunduğum odaya taşınıyorlar mutlaka ^.^

Gururla söyleyebilirim ki, evin içinde koltuk hariç her şeyin montajını sevgili anacağızımla beraber yaptık. Skill tool kutuma yeni yeni yetenekler ekledim, artık sırtım yere gelmez evelallah (böyle yazılmıyordu sanırım ama bakmaya üşendim) Özellikle son iki üç senede artan ve Warwick'te Doğu Asya çalışmaları okuduğum dönemde tavan yapan Japon kültürü hayranlığımı evime de yansıttım ve seviniyorum. Umarım en kısa zamanda oralara gitme şansım olur da, çin işi olmayan orijinal şeyler alabilirim evcağızıma ;32)Y/u*evet şu son yazılanlar karakterler sevgili kedim Sosyal'in eseri. Silmeye kıyamadım dursun. İşin kötüsü ne zaman yatak odama gitsem bunlar da yatağa çıkıyor ve hipnotize eden bakışlarını üzerime dikip beni uyutuyorlar. Tabi milli içkimiz ayranı deli gibi tüketmem de katkı sağlıyor bu duruma ama artık günde 14 saat uyumaktan bıkmaya başladım ! Hani kendi çocuğun olmadan anneliği anlayamazmış ya insan, ben de beni her uyutmaya gittiğinde uyuyakalan annemi anlamaya başladım. Anam garip anam, çilekeş anam..

Akademik çalışmalarıma biraz ara verdim geçen yaz da tatil yapamamanın verdiği psikolojiyle. Tez hocama proposal verdikten sonra 'yan+gelip+yatma' eğilimim optimuma ulaştı. Fekat pazar Barça'ya araştırma yapmak üzere uçuyorum ve sanırım bugün blog yazmanın yanısıra biraz da konuma çalışmam gerek =( Dönünce de ayağımın tozuyla ilk aşamasını başarıyla atlattığım görüşmenin ikinci kısmı için İKSV'ye gideceğim. 2013 Istanbul Bienal'inde (http://bienal.iksv.org/tr) görev alacağım belki eğer şu çalışma günleri ve saatleri konusunda uzlaşabilirsek. Gelecekte çalışmak isteyebileceğim bir kurum eğer şu enerji olayından bir cacık olmaz ise.. Ve bu senenin de konusu 'Anne, ben barbar mıyım?' kentsel dönüşüm ve kamusal alanların dönüşümü tema olarak seçilmiş, hem de Gezi Parkı olayları patlak vermeden çoook önce. Baya hareketli, interaktif ve farklı bir bienal olacak. Umarım anlaşabiliriz günler konusunda...

Direniş demişken başıma gelen olayı paylaşayım. 8 temmuz günü İKSV ile görüşmemden sonra, hazır gezi açılmışken bir bakayım dedim. O sırada kitapçının önünden geçiyordum ve biraz sonra buluşacağım doğum günü olan arkadaşımın istediği kitabı gördüm. Aradım buldum aldım kart yazdım ve tam dışarı çıkmaya çalışırken kepenk indirmeye başlamışlar ve ben sadece kaçan onlarca ayak görebildim. bir iki kişi de içeri zor attı kendini o kalan boşlukta. 'yine mi atıyorlar!' dedim sitemkar bir şekilde ilk gördüğüm maskeliye. Ancak kafasını sallayabildi. Onun da konuşmaya mecali kalmamıştı anlaşılan. Bu arada kepenk altından gaz içeri sızmaya başlamıştı. Bende ise ne maske ne gözlük ve hatta üstüne mülakata gittiğim şıkır kıyafetler vardı. Güvenlik görevlisi bizi arka kapıdan çıkarabileceğini söyledi. Böylece Sıraselvilere çıktım ve BAM! Atılan gaz ve benim yaşaran gözlerim ve tıkanan burnum. Oradan uzaklaşıp naif bir şekilde Beşiktaş'a inmek üzere Gezi'ye doğru çıkmaya başladım. Gördüğüm bir grup çevik kuvvetten birine Beşiktaş'a nasıl inebileceğimi sordum, Gümüşsuyun'dan inebileceğimi söyledi ve bende o tarafa sloganlar eşliğinde yürümeye devam ettim. İnsanlar artık cinnet geçirmiş şekilde bağırıyordu. Düzenli bir slogan bile yoktu, sadece YETER diyorlardı insanlar, bize kendi evimizde böyle muamele yapamazsınız ve kovamazsınız. Bu insanların yanından geçip sıraselvilerin sonuna gelmiştim ki BAM! yeniden gaz bombası ve önümü kesen üç polis. Gördüğüm ilk sola dönüp Kabataş'a inmeye çalıştım. Yokuş aşağı o ayakkabılar ve etekler koşmak gerçekten hayatımda verdiğim en önemli sınavlardan biriydi. O adrenalin salgısı nasıl bir mucizeymiş bir kez daha anladım. Söylenerek, telefonda bağırarak ve yumruk sıkarak Dolmabahçe'ye kadar gelmişim. Sonrasında iki gündür kasılmış bacaklarımla Beşiktaş'a ve arkadaşımın yanına varabildim. Tabiki onun ve habertürk'te çalışan arkadaşının da gündemi 'Gezi' idi. Kız bir kaç 'inside*story' anlattı. Orada çalışanların da çaresiz olduklarını ve Gezi'ye özellikle ilk eylem günlerinde sürekli yiyecek taşıdıklarını anlattı. Gerçekten acı bir tablo. O gün kendime çalıştığım kurumun ideolojisine karşı çıkabileceğim bir yerde çalışmaya söz verdim. Umarım tutabilirim...



16 Haziran 2013 Pazar

#occupygezi #direngezi


Şu küçücük işaret : # nelere kadir. Twitter takip eden herkes şu 'hashtag' denen mucizevi şeyi keşfetmiştir kanımca. Bilmeyenler için not: bu işaretten sonra yazılan kelime ya da kelimeler grubu direk 'trending topic' denen listeye giriyor. Ve herkes görebiliyor o konu hakkında yazdıklarını. Kısacası bir kere o top 10 listesine girince daha fazla insan o konuyla ilgileniyor ve kendi fikirlerini yazmaya başlıyor.

Direnişin başlamasından bir kaç önce facebook'u kapattığım için twitter benim sosyal medyayla en önemli bağım oldu. Gecenin geç vakitlerine kadar #direngeziparkı #direnankara #direngezi hashtag'lerini takip edip nerede neye ihtiyaç var aktarmaya ve yardım etmeye çalıştım. İlginç bulduğum yazıları ve resimleri paylaştım, yazarları takip ettim ve kimi zaman da fikirlerimi paylaştım. Her ne kadar orada 3G bağlantının kesildiğini bilsem de wireless şifrelerini kaldıran cafe'ler ve evler sayesinde insanlar birbirlerine ulaşabildi.

Son 15 gündür bu konu hakkında o kadar yazılıp çizildi ki gerçekten farklı ve orıjinal bir şeyler yazmakta zorlanıyorum. Kimisi bu direnişin başlangıcının ve kendisinin masumluğundan, kimi RTE'nin yaptığı yanlışlardan ve üslubunun bozukluğundan ve bazısı da bu olayların ekonomimize olan negatif etkilerinden dem vurdu. Kimisi mektup yazdı RTE'ye, bazıları videolar çekerek seslerini duyurdu ve birileri de sanatı kullandı kendini ifade etmek için. Ve sonunda bu haykırış önce İstanbul ve sonra Türkiye sınırlarını aştı.

Bugün direnisin 19. günü 16 haziran 2013. Maalesef dün gece olaylar başladığından beri yaşanan en şiddetli gecelerden biriydi. RTE'nin Ankara'daki 'Milli İrade Uyanıyor' mitinginde verdiği gözdağından sadece 1 saat sonra, haftasonu olması itibariyle gezi parkı'na doluşmuş yüzlerce çocuk ve annenin üstüne gaz bombası atıldı ve tazyikli su sıkıldı. Bunun adı iç savaş falan değil KATLİAM oldu artık. Bugün ise Istanbul'da yapılacak ikinci akp mitingi. Aynı zamanda dün ve bugün üniversiteye giriş sınavları yapılıyor. Gerçekten konsantre olmanın ve uyumanın çok zor olduğu bu dönemi en sorunsuz şekilde atlatmalarını diliyorum.

Bu olayları konuştuğum kişiler arasında iki tanesi İran ve Sırbistanlıydı. İran'da iki sene önce yaşanan eylemlerle bugün Türkiye'de olanlar arasında pek çok benzerlik olduğuna dikkat çekti arkadaşım. Sırbistan'da olan eylemler ise neredeyse 9 10 sene sürmüş ve Milosević'in parlamentoda konuşma yaparken yaka paça bir kaç eylemci genç tarafından alınması da diktatörlüğünün sonunu getirmiş. Bunu anlatan hocam eylemcilerin 9 10 yıl boyunca yılmadan ve mizahın yardımıyla bu sonu getirdiğini belirtti. Milosevic'in korkulacak ve asla güçten düşmeyecek diktatör imajı mizah sayesinde bitmiş. Suyun gücünün sürekliliğinden gelmesi gibi, o imaj sürekli saldırılarla söndürülmüş.

Aslında bizim de yapmamız gereken bu. Sokağa çıkanlara da eyvallah ama bunun yeri artık bence seçimler ve akademik platform. Üstünde çok yazılıp çizilmesi ve incelenmesi gerek. akp yanlılarıyla konuşmak, herkesin anladığı dilden ortak bir açıklama yapmak ve uluslararası medyanın Türkiye'yi kınamasını sağlamak ve sonrasında da gelen yaptırımlar ve ekonominin kötüye gitmesi. Maalesef bu senaryo akp'yi bitirebilecek tek şey. Çoğu ülkede olduğu gibi burada da insanlar ceplerine giren paraya bakıyor oy verirken. Ideoloji ve idealizm maalesef çok az bir kesimi ilgilendiriyor, çoğu muhafazakar olan Türkiye'de.

Son olarak, tek dileğim bu olayların, kaybedilen ve kazanılanların unutulmaması. Direnişcilere yardım eden ve ona reddedenlerin farkında olunması ve gerekenlerin boykot edilmesi. Ana akım medya kadar alternatif medya kanallarından da haber alınması ve yorumlanması, konuşulması, tartışılması buradan öğrenilenlerin...

29 Mayıs 2013 Çarşamba

hist notlarim cont'd


Christianity has been relocated from the Middle East to Europe under Constantine the Great who legalized it in the Roman Empire. Until AD 1000 there were no major distinctions within Christianity. It was largely for political reasons that the split happened between the Western and Eastern churches. Before that, the churches were organized as Bishoprics, governed by the bishop and constituted in certain locations. In addition there was no hierarchy among them until gradually the Bishop of Rome (West) and Bishop of Constantinople (East) emerged as superiors. Different interpretation of the trinity is the main cause of this division. Although they were separate they have not fought and the disputed points did not escalate. Ottomans pressured them to unite but they remained separate inside Catholicism. However, the Catholic sect did not remain unchallenged.

One of the first challenges came from Luther who was a churchman and university professor in Wittenberg, Germany. In 1517 he posted the famous ’95 Theses’ on his church door and news spread rapidly. He was critical of the selling of indulgences and many other wrongdoings of the Catholic Church. For three years nobody acted against him and the Protestant Reformation has started. The northern humanists who were also critical of the papacy influenced him. They were on dangerous ground since they were sometimes labeled as heretics.
When Charles V was elected as the emperor of the Holy Roman Empire, papacy and the empire joined forces to against Martin Luther. In 1521 after his interrogation, Luther fled as he was put under enormous pressure. However, he did not take his words back and said that his conscious as a Christian can only be persuaded by the word of God. The next years he hides in castles under the protection of Frederick and translated the old and new testaments. Although the Pope excommunicated him, his supports grew in the next years. This led to the Spiers Diet in 1526, when an Imperial diet meeting took place. The Lutherans achieved a majority momentarily and passed an agreement for relative religious freedom. In the second Spiers diet meeting in 1529 Catholics achieved a majority and this relative religious freedom was abolished and reversed. Lutherans left the meeting and adopted a declaration among them, starting with the words ‘we declare that…’ which gave them the name ‘protestants’ later. After this declaration the Schmalkaldic league was formed in 1531. An open warfare with Catholic started and went on for the next 25 years inside the Germanic Empire.

The religious peace of Augsburg of 1555 ended this conflict, when they allowed their subjects to choose their own sects. This has also spread into the Holy Roman Empire, France (Catholics versus Huguenots), the Netherlands, and Catholic Spain. When the Dutch became Protestants, they revolt against Catholic Spaniards and carried out a war of independence against them. In France, many influential intellectuals, officials became Protestants, named as Huguenots. This arose a tense situation in Paris around the king and within aristocracy, while both sides were hostile to each other. The Catholics were looking for an opportunity to attack them. Massacres happened in the St. Barthlomew’s night, on which the a royal wedding of king’s sister Margaret to the Protestant Henry III of Navarre was taking place. The Huguenot leadership was curbed and they fled to Mediterranean. Although the Protestants were wounded they continued to survive and the Nantes Edict of Tolerance of 1598 was a critical moment for them. A dynastic crisis due to the rival candidates for French thrown occurred. Although Henry had the support but he was a Huguenot and as long as he remained so, it was likely for him to not be accepted. He thought that taking Paris is worth converting to Catholicism. Hence, he converted to Catholicism and was accepted as the king of France. He also announced a public decree stating that Protestants and Catholics are equal subjects in France, so they have to respect each other. Religious violence ended inside France as a result.

Apart from religious wars between Catholicism and Protestantism, more splits started to occur inside the Catholic Church. And the Church of England is a vivid example of this disintegration. Church in the medieval times was like a transnational cooperation cutting across all kingdoms and claiming superiority above all of them. Since the lands of the church were the accepted as the property of God, they were immune to taxation. When states faced liquidity starve, they started eying the territories in a greedy fashion. Henry VIII took two crucial steps: confiscating of all the monastery properties and proclaiming that he has taken the church of England away from the papacy. Hence their church was nationalized and took orders directly from the king. Although in theory the Anglican Church was still Catholic it was no longer subservient of Rome. The Pope excommunicates Henry the VIII while he continues to suppress the ones who are in favor of the Roman Catholic Church (called the papist). This Anglicanism versus Catholicism, piracy and conspiracy to get rid of Elizabeth (who was the only Anglican candidate after the death of Henry the VIII) led to the journey of Spanish Armada in 1588.

Philipp II decides to conquest England and gathers a big army called as Armada. It turns out to be a military disaster as he neglected a fundamental principle of military operation:  if you are planning to invade a country you must make sure to eliminate the other enemies that might stand on your way. Overlooking this fact, the Spanish armada sailed to the English channel, the English navy attacked them not from side to side but by long distance fire. As a result the Spanish navy was destroyed in 1588. Europe became more divided between the Protestant north and Catholic South, leading to Thirty Years’ War between 1618 and 1648. In the meanwhile, the English Civil War (or the English Revolution) burst out between the Puritan supporters of the parliament and the Charles I of the Catholic Stuart dynasty. Forces of Protestants led by Oliver Cromwell, defeated the royal forces and Charles I was captured and beheaded.

These wars and conflicts came to an end with the Peace of Westphalia in 1648. Mutual tolerance was accepted, though it arrived in a bloody and tortious way. Both Protestants and Catholics were equally good as citizens. Loyalty was not based on the sect but the nation. This soon led to nationalism as the rulers had to find a base for tutelage. Another principle of loyalty had to be implemented, that was not just limited to Catholics and Protestant. After the wars of religion, Christianity reconciled on the basis of explicit formulation of tolerance. It extends to 19th c. and the colonialized people. Christianity as once an abstract thing was formulated, acquired a life of itself. In addition an ideological framework was created which can get different shapes in time with regard to Jews, blacks, colonial people.

After summarizing the conflicts between the churches, some information regarding the Medieval Church will be given. The Church in the Middle Ages if basically an organized faith and religious organization, keeps preaching Christianity, propagating and making sure that community of believers conforms to certain Christian principals and practices. It has been the force of solidarity and social bounding. As a physical building, it became the house of the living and abode of the dead. Because territory is holy, the dead was buried in the yard and all marriages were also be registered here. All sacraments – baptism, the mass (right of the Eucharist), marriage x celibacy, regular confession of sins, extreme unction- were administrated by the church. There was also the he doctrine of Papal Infallibility, starting with St. Peter as the 1st successor of Jesus who inherited his infallibility which is passed on to the other Popes. It was politically and economically very powerful, as it collects all kinds of taxes from the faithful. Moreover the church was the biggest landowner, in each country possesses huge lands – monasteries. Rich people donate for the salvation of souls. There were Church estates in the name of bishops, while peasants and serves were working and turning over the surplus to the church. It was also the source of knowledge, ultimately everything based on revelation, traceable and answerable by the holy scripts. From AD 1000 onwards this situation changed as it entered into conflict with other newly emerging authorities based on three questions.

Investiture, meaning the question of whenever a certain bishopric is empty who has the authority to appoint a new one. Previously it was obvious that the pope had the ultimate right, but the Kings challenged it from the high middle ages onwards. In 1077, German emperor Heinrich wants to appoint the bishop in his country, Gregory V rejects and excommunicates him. But his princes turn against him to decrease the emperor’s power. As a result Gregory V asks for pardon to restore his authority in Germany, and enters into northern Italy. Pope barricades himself in the castle of Canossa and makes him wait outside. The second challenge arises due to the confusion of which law to apply when someone is tried in the court. As the state formation proceeds the royal courts develop more and refused to use the Canon law of the church. Lastly, as mentioned before the Church is the bigger landowner and its lands are immune to taxes. As state develops it needs more taxes. Especially in 15th and 16th centuries more money in cash needed due to fiscal starvation. And rulers looked around for additional sources of income and gave themselves the royal right to tax even the lands of the Church. But it keeps branding the kings as heresies and suppressing them violently and wins most of the wars. However, its prestige kept eroding between 1300 and 1510s due to several events.

In the beginning of 1300s, France is a very wealth country and it faces a Strong challenge from pope, publishes a declaration beginning with ‘Unam sanctam…’ (over we claim authority). A new Pope gets elected and moves to Avignon and soon moves back to Rome. But soon after 1378 – 1417, schism occurred, as there were three popes in Rome and Avignon at the same time. Cardinals cannot meet in full. Each was claiming of being the true and one pope, the others as anti-Christ. But actually all of them were virtual puppets of the kings. Popes are supposed to be morally good and infallible, and there should only be one pope in a given time. Huge councils were brought together to put an end to this situation. The Church was once again united, with a more collective decision-making process while maintaining also the royal despotism.

The Italian wars once again ruined the reputation. The papacy was also a small state in Italy that has created armies to attack and expand its own territory. The common perception was that the Papacy should not be doing this. As it will make the Church no better than others in spiritual terms. There was secular supremacy of politics over the religious. Moreover starting in the 15th century the great movement of brilliance of architecture, culture and painting called ‘Renaissance’ has also changed the minds of people. Especially northern Italy has grown wealthy and urbanized. This wealth was based on maritime trade, spice and silk root, textiles and banking activities. Growing rich led families to compete against each other for the supremacy in the same city. Paintings, statues, and architectural designs were the means of competition, since the objects of consumption became the signs of prestige. Papacy became just another rich family involved in this competition that alienated people further. Printing press has facilitated the spread of ideas against the church in a rapid pace.

Further reasons can be categorized as political factors. The Catholic counter-reformation is the alliance between the papacy and emperor to act against Luther. It was also the attempt of the church to re-order and re-align, undertake reforms to tighten up itself and create new mechanisms of control. The society of Jesus was also formed as the ultra-militant branch of the Catholic church that supported also the counter-reformation movement. The Holy Office was created in Spain for the Reconquista movement against Muslims and Jews. Censorship was used to put under control the rapid circulation of information. Anybody in the Christian lands who want to be published cannot just take their writings to the printers. They first have to be officially approved otherwise the punishment was inquisition. If it was in line with the standards, the book was stamped as ‘nihil obstat imprimatur’. This unstoppable repressive apparatus was rooted deep down in the lowest level of society, which has its reflection in the political police of today. 

12 Mayıs 2013 Pazar

evim evim evim (3) (aka the end)

Tekrar mirabalar!

pek bi akademik 'formations and constructions of Europe' ders notlarimdan sonra biraz da başka konularda yazayım dedim.

Öncelikle yanda gözüken (bana göre hüzünlü) fotoğrafı açıklayayım. Kendisi otelimizin yerle bir edilmesinden sonra dikilien (çirkin!) otelin girişi açısından çekilen bir fotosu. Babamın ısrarla götürmek istememesinin altında doğru bir sebep varmış ama insanoğlu işte merakına yenik düşüyor zaman zaman :(

bu yeni otelin arkasından arabayla geçerken daha da acı bir manzarayla karşılaştım : içinde büyüdüğüm ev yok olmuş yerine havuz için kazı yapılmıştı. Yani tüm çocukluğum o klorlu havuz suyunun içinde boğulmuştu. yok olmuştu.

İnsanlara ölürken beyinlerinin kimyasal bir reaksiyon olarak sunduğu 'hayatın film şeridi gibi gözlerin önünden geçişi'ni yaşamış oldum bende. biraz daha küçük bir boyutta.

Hayatı boyunca hiç taşınmamış ve yılın 12 ayını aynı yerde geçirmiş bendeniz olarak ne kadar çok anı biriktirmiş olduğumu tahmin edersin blogcuum. gene kendime bir 'fight club' eleştirisi yapıp 'the things you own start owning you' demek istiyorum ama sanırım başarılı olamayacağım bu sefer.

Tabi ki o kadar yıldan baki kalan yüzlerce dostluk hala sürmekte. belki fon değişecek ve biz gene aynı sohbetleri yapacağız o 'müşterilerimiz'le.. kim bilir..

Sonuçta en başta hayatımı manavgat'tan istanbul'a taşımak isteyen bendim. dönüp baktığımda her şeyi bıraktığım gibi bulmak sadece bencilliğimin göstergesi olacaktı..
Bu arada bencillik demişken, sanırım bu huyumu yendim zamanla. hayatıma dokunup geçmiş olan insanların başarılarına ve mutluluklarına seviniyorum ve daha çok empati yapabiliyorum. sanırım bu geçen yıllar beni olgunlaştırdı. Özellikle son bir kaç ayda. araba kullanmak ve eve taşınmak üzere olmak, onların getirdiği yükler ve sorumluluklar... birer birer hissetmeye başlıyorum.

Cuma günü katıldığım bir enerji konferansı da (umarım) hayatımın 5 sene alacağı şeklin bir fragmanı gibiydi. Umarım bencilliğimden sonra maymun iştahlılığımı da bırakıp bir konuda uzmanlaşabilirim artık. Enerji konusu derya deniz hakkaten. Analitik analiz yeteneğimi geliştirmeden de olacak bir alan değil maalesef. Gelecek dönem için enerji master'ının karaköydeki derslerine gitmek dışında, bilgeadam da çeşitli bilgisayar programları kurslarına ve japoncaya da gitmek istiyorum. Tabi bir de ukulele kursu. demin maymun iştahlılık mı demişti birisi *-*