31 Temmuz 2010 Cumartesi

temmuz biterken..

Bir ayın daha sonuna geliyoruz vaov! Sevdiğim pek çok insanın doğum gününün olması (tabi tam ortasında benimkinin olması =P ) yaz tatili olması deniz kum güneş havuz eğlence Side gibi anahtar kelimeler bu ayı sevmeme yetiyor da artıyor bile! 
2010 senesinin temmuzu ise benim için ayrı bir güzeldi, 'yaşanmış saatler' kabul ettiğim iki konsere katıldım; 19 temmuz Seal & 22 temmuz Cranberries!!!!
Seal konseri İKSV'nin 17 senedir düzenlediği uluslararası caz festivali kapsamında gerçekleşti, bloğumu takip edenler bu organizasyonda çalıştığımı bilirler, neyse gene giyindik siyah pantolonumuzu gittik Cemil Topuzlu Sahnesine. Bu sefer sponsor matraş'tı ama çoğu arkadaşımın Matraş'ı boya markası sanmasına yetecek kadar garip bir tişört geçirdik üstümüze. Neyse 3 sefer yerimin değişmesi sonucunda bir yere yerleştirildim ve başladık beklemeye tahmin ettiğimiz gibi çoğu insan son 15 dakika içinde geldi, ışıklar söndükten sonra gelenler ise gene panik halindelerdi ve hınçlarını bizden çıkardılar=] 
Saat 21.10 oldu ve Seal çıktı sahneye! Bir anda ortamın atmosferi değişti onun kadife gibi sesi kulaklarımızı doldurmaya başladığında, adama boşuna aşkın mimarı dememişler!sözlerin güzelliğine bakar mısınız:
Baby,
I compare you to a kiss from a rose on the gray.
Ooh, the more I get of you
The stranger it feels, yeah
Now that your rose is in bloom.
A light hits the gloom on the gray,
I've been kissed by a rose on the gray,
I've been kissed by a rose

mükemmel ses mükemmel yorum ve seyircilerle inanılmaz bir uyum. 6 Commitment adındaki eylülde piyasaya çıkacak yeni albümünden parçalar da seslendirdi, sonra en öndeki seyircilerden birine commitment'ın türkçesini sordu kadın 'taahhüt' demesin mi =) hani bağlılık falan der insan zaten dinleyicilerin çoğu kadının cevabından sonra 'oaahhaaa' gibi homurtular çıkardılar, ama sevgili Seal'ciim demekki 'altı tahüüt' diyebildi tabi herkes hemen alkışladı gururumuz okşandı =] amazing, love's divine gibi parçalar ışık oyunları ve arkadaki ekrandaki ilginç görüntülerle bütünleşti ve muhteşem bir müzik ziyafeti yaşattı bize! Bu sempatisi Heidi Klum gibi hatunu kafeslemiş ;]


Ve 22 temmuz akşamı the cranberries! kapılar 20de açıldı bizde onlarca metrelik kuyrukta girdik sıraya 3 4 kez dönüş yaparak sonunda girdik, gerçi sırada duruşumuz da baya eğlenceliydi Yunus'la önümüzdekilerin gay olup olmadıkları konusunda baya eğlenceli bir tartışmaya girdik =] ama sonunda birbirlerine bakışlarından, aynı bilekliği takmalarından, alınmış kaşlardan vs vs ikisininde gay oldukları sonucuna vardık. Girdik içeri tabi hevesli bir şekilde 35 40 dakika sıra beklemenin verdiği şevk ile önlere doğru gitmeye çalıştık, susadık ve akıllı bıdık ben ikimizide de pantolon giydirmiştim sonradan üşümeyelim diye ama hava 30 derece ve nem %90'nın üstünde olunca üstümüze yapıştı tabi pantolonlar =] el mecbur 33'lük biraya 10 tl verdik =O neyse gene hevesle ön taraflardaki yerimize gitmeye çalıştık ama terden bunaldık, çıkan ön grubu da tanımıyorduk nakarat yerlerinin 3. gelişinde ancak dahil olabildik şarkıya =]
çıkan dans grubunu da tam izleyemedik bu arada saat 22'ye geliyordu ve 2.5 saattir insanların arasında mal gibi ayakta dikilmekten sırılsıklam ter olduk ve yorulduk gittik arkaya oh dedik dünya varmış hem 3 ekranla desteklenen sahne tam karşımızda hem yere oturabiliyoruz hem püfür esiyor dedik çökelim şuraya. ... ve sonra Dolores'in güçlü sesini duyduk, analyze ile başladı konser, animal instict, imagination.... derken birden çoşturdu bizleri, o robotik danslar ve yerinde duramayan kıpır kıpır kadın ve o yaşa rağmen=] gelmeden önce İstanbul'un iki kıtaya yayılmış olan tek şehir olduğunu da öğrenmiş Dolores takdirimi kazandı =] sesi hakkında yorum yapmak zaten haddim değil tek kelimeyle kusursuzdu!
gerizekalı servis saatlerimiz dolayısıyla sonuna kadar alamadık ama sevgilimden İrlanda'da the cranberries konserine gitme sözü kopardım ;]

29 Temmuz 2010 Perşembe

değişen diyaloglar..

1-2 yaş grubu
bebek: yaauu guu fııııı
5-8 yaş grubu
kız: hadi şimdi barbie'ye makyaj yapalım sonra şu kırmızı botları giydirelim, biraz sonra power-rangers başlayacak yuhuuuu go go power rangers dant dant da da daaaant, beeen sarı rangerssss ciuvvv ben değişebiliyomm!!!
9-10
çocuk>ergen: pokemonnnn, pika pika pikaçuuu, hadi taso oynamaya gidelim sonrada mahallenin erkeklerini döver çocukların iplerine gireriz nihahahah (sadizm tavan yapmıştır, xy kromozomlu arkadaşlara hoşlanma belirtisini döverek gösteren faşizan kızlar...)
10-14 yaş grubu
ergen(?): çok şeysin ama şeycim ( =/ ) ayrıca o ayakkabıdan annemde de var çok salak görünüyorsaann!ahh örtmenimm saçımı çekti buu!
Öörtemen: kızım anaokul mu burası, ortaokula geldiniz ama bakın cık cık cık
15-17 yaş grubu
(mynet sohbet odaları, mirc, icq devri başlamıştır)
genç kız: of bu lisede bi bitmiyor abi, artık şu öss (i.e. ygs & lys) bi bitse de atsak kapağı üniversiteye rahat etsek (evet şimdi bu zihniyeti kınıyorum) akşam Vahşi Güzel var acaba Milagros itiraf edecek mi, Ivo ne tepki verecek ay çok heyecanlı. Şu mirc m.gat odası da baya kalabalıklaştı öğrenen geldi öğrenen geldi bu ne yeaa
Baloda ne giyeceğim ben şimdi of buradan abiye bakılmaz ki direk yaşlı kadın kıyafetleri en iyisi Antalya'ya bakalım
Şu çocuk da benden hoşlanıyor mu anlamadım ki, arkadaşlarına mı gösteriş yapıyor sıkıldım valla şu karışık elektrikten (BBG türevi programlardan kapılan jargondur, sanırsın 100000 voltluk hatlar dolanıyor evin içinde)
Annem bana şunu dedi, babam bana çıkma dedi, beni anlamıyorlar, isteklerime hiç saygıları yok bir gitsem de kurtulsam(klasik tripler=] ) hayat çok b*ktan, hadi nargile-çay-okey atak ırmak kenarında (M.gat gençliğinin favori mekanlarından)
18-22 yaş
Üni. genci (yetişkin ? ): ek$i, facebook, myspace, tweet vs vs keşfedilmiştir devir değişmiştir,
of geçen gün izledim face'den koptum resmen, 'ay şimdi altıma yapcam' modundaydım, ağzım falan ağrıdı. (mod, falani filan, yani, yarıldım, koptum top20 kelimeleri)
(hoca dedikoduları,yeni çıkan filmlerin eleştirileri, kitap tavsiyeleri, globalleşme, küresel ısınma karşısında duruş gösterme çabaları sohbetlerin temel direkleri olmakla birlikte) her şey çok sıkıcı, hayatın zillesini yedim bundandır bu biraları devirişim, zaten eski ilişkilerimde de hep incinen taraf oldum, ben fedakarlık yaptım (moduna (!) girilir şimdiye kadar tersiyle karşılaşmadım =] )

Yukarıyı biraz özensiz yazdım çünkü gelmek istediğim asıl noktalar şunlar:

*nedense kendi yaşadığımız olaylardan çok youtube videolarını anlatıyoruz, başka insanların bambaşka yerlerdeki eğlencelerine gülüyoruz, bizim de bunları yapma şansımız varken. hayatı ıskalıyor muyuz?Tek tip bir kültürle yetiştiğimizin farkında mıyız? Tamam kendimizi geliştirmek için alternatiflerimiz çoğaldı ama genede bunlarda zamanla "mainstream"e dönüşmüyorlar mı?

*ama genede çocukluğunu yaşayabilen son nesil olduğumuzu düşünüyorum. WoW, CS, Sims gibi oyunlarla kız-erkek demeden  5-14 yaş grubunu bilgisayar başına kitledik, ki bu ebeveynlerinde işine geldi sanırım

*ve en önemlisi diyaloglarımız sıradanlaşmıyor mu? Bizim neslimizi 68 ile karşılaştırmak yanlış belki ama düşünmeden de edemiyorum. Bir hocamız sizin nesliniz soru sormayı bilmiyor, hatta bilmemeyi bırak soru sormuyor merak etmiyor, sadece kendine odaklı gününü gün etmek istiyor, anahtar kelimesi 'eğlenmek'. Öncekilerin bence 'düşünmek' ve 'sorgulamak'tı. Oysa biz "günü kurtardık"ımızda çok da önemsemiyoruz dün ve yarını.
Ben mesela bir toplumsal ve siyasal bilimler öğrencisi olarak çevremde politika, dünyanın gidişi, güncel konular vs hakkında konuşmak için çok insan bulamıyorum bu da bizim bölümün güncel/uygulanabilir yönünü törpülüyor diye düşünüyorum. Zamanla bende sıradan sohbetlerle günümü geçiriyorum benimde kolayıma gidiyor sanırım kendimi zorlamamak, o yüzden Londra'da geçen son 3 haftamı özlüyorum. Peggy adında Çin'li bir arkadaşımla bu konuları baya konuşuyorduk, tabi kültür farklılıklarımız hakkında da konuşmaya bayılıyordum. Sonra Robin vardı mesela Hollandalı arkadaşım MUN'lere katılması neticesinde de dünya meseleleri hakkında değişik bakış açılarına sahipti ve onunla sohbetlerimiz de bana çok şey kattı. Kendi üniversitemde de belki biraz uğraşsam böyle bir ortam yakalayabilirdim ama sanırım laptuş arkasındaki rahat yerimi bırakmak istemedim ve tartışarak değil okuyarak kendimi geliştirmeye çalıştım. Film ve dizilerle kalan boş vakitlerimi doldurdum.Ve asıl üniversite eğitiminin fakültelerde değil o fakülteler arasındaki çimenlerde olduğunu unuttum...
Kim bilir bu belki artık son sınıfa gelmiş bir öğrencinin pişmanlıklarının itirafıdır, genede üniversitemin sağladığı olanakları kesinlikle yadsıyamam, orijinal bir eğitim anlayışları var her ne kadar burayı yazarken bundan haberim olmasa da =]
biraz uzun oldu sanırım umarım sonuna kadar dayanıp okumuşsunuzdur ;]
kalın sağlıcakla

27 Temmuz 2010 Salı

Adanalı'yık

Adanalıyık, Allah'ın adamıyık
Bici yerik, Şalgam içerik

İtiraf edeyim uzun yıllar, doğduğun yer memleketindir diyerek Antalyalı'yım dedim ama bu Adana hayranı hard-core Adanalı kuzenimi tanıyınca bitti, "nasıl olur kız baban Adanalı, kütüğün Adana'da" sözleri başta beni etkilememişti, ama şimdi size uzun yıllar sonra Adana'ya ilk gidişimi yazdığım blog girdisini yazacağım nasıl etkilendiğimi anlayacaksınız =)

Memleketime gelmişken yazayım dedim.(bak bak bak nasıl iki günde benimsemişim)daha yayladan döneli 15 dakika oldu ve fark çok çabuk hissediliyor.çok güzel bir serinlik var orada ve tertemiz bir hava!!!ve tabiki yengemin mükemmel yemekleri de cabası!(Adana ile ilgili beni cezbeden en önemli şeylerden biri) dün içli köfte nasıl yapılırmış gördüm ve gerçekten zormuş yakında fotograflarını eklerim.Adana Ortadoğu'nun en büyük camisinin olduğu yer ve caminin adı Sabancı Merkez Cami.Adından belli olduğu gibi Sabancı Baba bir güzellik yapmış gene Adana'nın çoğunluğunda yaptığı gibi.Hayat suyun kaynağına yani Şeker Pınarı'na gittik mükemml bir su gerçekten insanı doyuruyor resmen.
mangal başında kül içinde kalıp yaptığım kebabın tadını daunutmayacağım!!!buraya her geldiğimde yapacağım dediğim şeyi gene yapmadım sadece 2 kez kebap yedim umarım yarın fırsatım olur!ve sadece bir kez bici yedim(bilmeyenler için not:)su ve nişastanın karıştırılıp küpküp kesilmesi tabanı oluşturuyor üstüne kıyılmış buz kırmızı şerbet pubra şekeri muz isteğe göre dondurma ve gül suyu konularak servis edilen eşsiz adana tatlısı)

İşte böyleydi ilk maceram sonrasında her zaman Adanalı'yım dedim gururla...
Adana'ya gittiğimde günlük programımız nerede ne yenileceğine bağlı olarak şekillenir, şöyleki;
şimcik sabahley kalkar kahvaltıyı ederik oradan çıkar bizim kafeye gider takılırız oradan G. kebapçısına giderik yakınında baraj gölü var oraya gider otururuk bici bici yerik, eve dönerik yemeğe başlarık ne yapsak ki (bir önceki günün akşamında konuşulduğunu anlamışsınızdır sanırım =] )
Sonra tabi Adanaca vardır ki anlamak gerçekten tarihsel bir background gerektirir =]
ÇİMMEK : Yıkanmak, Yüzmek ( Kanala gidek çimek )
KÜNCÜ : Susam ( Benim pidenin küncüsü bol olsun emmi )
ZİBİL : Çok (Dün Zibil gibi Balık Tuttum)
GILLİK : Küçük
KELE, GALAN, TAMAN : (Cümlelerin sonuna gelir, nereye koyarsan koy uyar ) Dur kele, gel galan gibi :)
ZAAR: Galiba
ZORSUNMAK: Üşenmek
DULDA: Kuytu
ELBİZ: Örümcek Ağı
ÇEMİRLEMEK: Kıvırmak, Sıyırmak (Paçaları Çemirle haa)
BAAM: Bakalım (Dur baam düşünürük)
DÜNEYN: Dün (Düneyn caddede kaza oldu laa)
BÖON: Bugün
ÖTAAÇE: Öbür Taraf
ÖTÜYÜZ: Öbür Yüz (Yan taraf)
KIZINMAK: Isınmak
KIZDIRMAK: Isıtmak
CÜLÜK: Civciv
PÜSÜK: Kedi
NAYLON: Traktör Römorku
MUŞAMBA: Poşet
HELKE: Kova
DEPME: Bidon
TUMDURMAK: Batırmak (La balık mantarı tumdurdu haa :) )
CINCIK : Cam
DİNELMEK: Ayakta durmak
HEMİ: Değil mi?
BALCAN: Patlıcan
ABBOVV : Amann, Hadi bee, Hadi yaa
AŞORTMEN : Eşofman
ÇUL: Kilim, Hasır
CIBARTMAK: Birinin çıplak yerine vurunca orayı kızartmak
FICITMAK: Fırlatmak
GULLE: Misket, bilye
CILIK: Çürük
CİBİLİYET: Gelmiş, Geçmiş
DÖŞ: Göğüs
BAAR: Gırtlak (Sıcaktan Baarım yandı laaa :)
ESSAH: Sahi

Tabi kaynağımı da belirtmeliyim facebook'taki

ADANA BİR ÜLKEDİR, DİLİ ADANACADIR, ADANALI OLMAK AYRICALIKTIR... 

grubunun derlediği bir sözlüktü emeği geçenleri tebrik eder saygılarımı sunarım uy gurban olduklarım =]

P.S. : bu dave matthews ne müthiş bir sesmiş yahu, House dizisi saolsun keşfettim kendisini


16 Temmuz 2010 Cuma

Doğum günü çocuğu(!) olmak...

merhabalar,
41 pare top atışı, boğazın ışıklarının OYAAAA şeklinde yanıp sönmesi, Devlet filarmoni orkestrasının benim şerefime vereceği konser öncesindeki kalan boş vaktimde biraz bişiler tıklattırayım (internet ortamında çiziktireyim olmuyor maalesef =P ) dedim ve başlıyorum.
Bilenler bilir ben sakarlığımla ün salmış bir homo sapiensim, hatta belki kas gelişim evremin primitive aşamasında da olabilirim diye bir teorim var!O kadar umutsuz durum yani!
Evren de bana bu özelliğimi hatırlatmak istercesine sakarlık/şansızlık sinsilesini üstüme salmak için doğum günüm ve ondan önceki 3-4 gün öncesini seçiyor! bir kaç örnek vermek gerekirse;
*yıl 2007 tarih 16 temmuz, bir grup arkadaşımla beraber adını vermek istemediğim bir su parkına gittik ki bunu aylar öncesinden planlamıştım! Bir iki kaydıktan sonra arkadaşım Ali CAn'ın gazıyla kamikaze adında normal bir insanı sakatlayıp beni öldürebilecek bir su kayağına çıktım, "aman ne olacak yeaaa" ifadesini yüzüme yerleştirmiş biraz sonra başıma geleceklerden habersiz bekliyordum 30 m. yukarda. eğim neredeyse 90 derece ve insanların çok hızlanıp boru bitişinde dışarıya fırlamalarını ve yakındaki barın çatısına tünemelerini önlemek üzere son 2 metresini düz bir şekilde yapmışlar bu kamikaze adlı mereti. Ayrıca şu da önemli bir ayrıntı ki, ayakalar çarpraz kollar kafanın üstünde kenetlenmiş bir şekilde kaymam gerekiyor(du). Neyse kaydım güzel güzel ve son 2 m.nin düz olduğunu algılayamayıp ellerimi ve ayaklarımı çözdüm. Çözmemle yana doğru savrulup baş göz gibi bilimum organlarımı boruya çarpmam bir oldu! çıktım havuzdan ama bir gariplik olduğunu sezinledim, Ali Can'a ne oldu bana diye sorduğumda aldığım cevap dehşetengizdi, "Oya sakın hiç bir aynaya bakma sana buz bulmaya gidiyoruz" ne oldu yea dememe kalmadan koca bir buz kitlesini alnım/gözüme yapıştırmışlardı, tabi 20'lik dişini aldırmaktan dolayı tecrübe kazanmış olan ben, sürekli buzu tutmanın oradaki hücreleri öldüreceğini biliyordum ama gel gör ki şişlikte artmaya devam ediyordu ben buzu çektikçe. Neyse bir 10 dakika içinde tüm arkadaşlarım başıma toplanmış ben ise onları "gidin eğlenin"ler eşliğinde kovmaya çalışıyordum. Tabi sıkıldım ben öyle durmaktan, dolaşıp duruyordum ki raftingçi amca "noldu sana?" diye sormak gafletinde bulundu, bende gayet ciddi bir ses tonuyla (aslında bunun işe yarayacağından da şüphe ederek) "size dava açacağım bakın doğum günümde ne hale geldim?!!hede hödö" diye saydırdım adam çeneme dayanamayıp bedava rafting yapmama izin verdi, tabi bende arkamdaki oturağa o zaman daha tıp 1. sınıfta okuyan Ezgişimi oturttum "Oya daha be bişi bilmiyorum 1. sınıf yeni bitti valla bak" demesine aldırmadan =] neyse sapasağlam yaptık raftingimizi yapay dalgalar eşliğinde debelene debelene. Ama gözüm daha da şişmiş ve morarmıştı.
Gene adını vermek istemediğim bizim otelin anlaşması olduğu hastaneye gittim, ve göz dr.nun sadece 12.30-13.30 arası klinikte görev yaptığını öğrendim, korkunç gözümü göstermem de bir işe yaramadı bende kendi göz doktoruma gittim. Tabi önce küçük bir şok geçirdi kadın ve Oya çarptığında gözün açıkmış şoktan göz bebeğin sabitlenmiş ışığı algılamıyor ama geçer geçer morluklarda 3 hafta içinde tamamen gitmiş olur dedi!saolsun! ben de bari pansuman yapın da akşam Side'ye gideceğiz arkadaşlarla turistleri korkutmayayım dedim ama kabul etmedi pansuman yaparsam daha çok şişer hava alması gerekiyor dedi =(
tabi annem babamın daha hiç bir şeyden haberi yoktu, eve gidince onlarda kısa süreli bir şok atlattı, babam birinin bana yumruk attığı konusunda baya iddialıydı ama sonunda ikna edebildim =)
*yıl 2005, doğum günümden 4 gün önce motor kazası geçirdim ve tabi doğumgünümde de denize/havuza giremedim ama akşam Side'de eğlenmeye gittik şıpıdık terliklerimle (ayağımda yara içindeydi) club görevlilerinin garip/onaylamaz bakışlarına maruz kalsam da (bugün doğum günüm arkamdaki 20 kişi de benim için geldi demem yetti sanırım =P ) bkz yandaki resimde sol bacağım >
*yıl 2004 doğum gününden önceki gece Sertap Erener konserine gitmiştik ve Hatice'de bizde kaldı onu görüp kıskanan psikopat kedim bana saldırdı ve resmen tırmalamanın ötesinde delik deşik etti kolumu baya acılıydı.
*yıl 2003 doğum günü pastamı hemen yemenin heyecanıyla üstündeki maytapları hemen aldım ve tahmin edilebileceği üzere ellerim su topladı. Doğum günümün geri kalanını elim buz dolu bir fincan içinde geçirdim.
*yıl 200x tam tarihi hatırlamıyorum regl olmuştum ve üstünde güzel bir elbise vardı doğum günüm için aldığım. beni havuza attılar o halde pasta kestikten sonra ve elbisem klor ve asitten dolayı delik deşik ve beyaz lekeli oldu bir daha da giyemedim =(
ve burkulan ayak/kolları saymak istemiyorum önemsiz kaldığını sizde takdir edersiniz =]
Bu sene de temmuz ortasında şakır şakır yapmur yağmasıyla başladı ama şimdilik başka bişi yok =]

15 Temmuz 2010 Perşembe

İstanbul Enstanteneleri

Hiyaa,
neredeyse 15 gündür İst'dayım, iksv 17. uluslararası caz festivali kapsamında hosteslik yapıyorum ( daha doğrusu bir kez 7 temmuzdaki Chick Corea konserinde çalıştım, Metin Uca'dan adını bilmediğim ünlü bir çok manken gördüm ) bir çok insan yerini sordu tabi müziğin türü caz olunca dinleyen insanların "sınıfı" da yüksek oluyor azizim =) kibar kibar sosyetik insanlar, teşekkürler, lütfenler havada uçuşuyor bende zevkle yerlerine kadar iştirak ediyor, iyi seyir ve dinletiler diliyorum böyle mükemmel bir diyaloğumuz var, ama aksilikler de yaşanmıyor değil, bir yabancıyla Türkçe, bir Türkle de İngilizce konuştum gayet saf bir şekilde, sonra European Jazz Club'ı soran bir kadına bir türlü cevap veremeyince üst düzeyden bir iksv görevlisi yanımıza gelip yardımcı oldu saolsun, ama o da çok kibardı ve "aman canım nereden bilecektin ki boşver" dedi=) merdivenlere oturan birini kaldıramadım bir türlü ama bunu da diğer görevliler halledebildi =)
bu akşam ikinci konserimde görevliyim hayran olduğum pianist Kerem Görsev açılışı yapacak heyecanlıyım!
Bu arada şu meşhur Ejderha Dövmeli Kıza başladım gerçekten sürükleyici, bitirince fikirlerimi beyan ederim.
Bu arada İstanbul Modern'de Murat Germen'in fotoğraf sergisi var "Yol" temalı güzeldi baya özellikle ortada 3 m. x 30 cm platform üstündeki Orient Express ve second life karakterleri baya hoş olmuş.
Body Worlds sergisi de ayrı bir şeydi artık göreceğim hiç bir sergi beni şaşırtamayacak bence, 1-1 boyutlarında zürafa ve at vardı ya! 3 yılda tamamlanmış Plastination tekniği kullanarak gerçekten dehşet içinde bırakıyor!! Obez ve normal kilodaki bir insanın yandan vücut kesitleri var ki gerçekten çok değişik resmen adamın kafa derisinin altında bile yağ tabakası var ıyk!
böyle işte şimdilik bu kadar
kalın sağlıcakla..