Ne saçmalıyor bu kız, başlık anlaşılmaz, sola koyduğu fotoğraf da film afişine benziyor ama tam çıkaramadım dediğinizi duyar gibiyim. Evet soldaki Kim Ki-Duk'un ''İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve İlkbahar'' filmi. Film değil meditasyon için yaratılmış bir görsel şölen mübarek. Dağların arasında oluşmuş bir göl ortasındaki tapınakta geçen bu filmi iki şekilde izleyebilirsiniz: sadece görüntüleri özümseyip mevsim geçişleri arasında kendinizi kaybetmek suretiyle ya da biraz kafa patlatıp sembolleri okumaya çalışarak. Ben ikincisini yapmaya çalıştım elimden geldiğince. Dikkat : bundan sonrası spoiler içerir, naçizane önerim izleyip okumanızdır.
İsminden anlaşılabileceği üzere filmi 5 parçada değerlendirebiliriz. Hatta bu 5 parçanın 4 parçasını hayatlarımızın dönemleri ve bu dönemlerde edindiğimiz tecrübelerle de birebir bağlantılandırabiliriz. Çocukluk, ergenlik, olgunluk ve yaşlılık. 5. devre yine çocukluk olup, sürekli bir devinimi ifade ettiği için yorumumu bu şekilde yaptım. Her yeni bölüm başlangıcında gölün bir kenarındaki ahşap kapılar açılıyor ve yönetmen bizi yeni mevsime adeta davet ediyor. Diyaloglara pek yer verilmemesi ise düşünmeniz için sizi teşvik ediyor.
Tek tek mevsimleri/dönemleri değerlendirecek olursam:
İlkbahar :
Bu bölümün en etkileyici sahnesi sağda görünen bence. Küçük bir öğrencinin keşişin yanındaki eğitimine şahit oluyoruz. Çocukken hepimizin yaptığı sadistlikleri ve acımasızlıkları bu karakter de çeşitli hayvanlara ip bağlamak suretiyle gerçekleştiriyor. Bunu gözlemleyen keşiş ise çareyi yandaki gibi çocuğa kocaman bir taş bağlamakta buluyor. Bu verdiğin zararın bedelini her zaman kalbinde ağır bir taş olarak taşıyacaksın diyor. Geniş anlamda değerlendirecek olursam küçük yaşlarımızda -hatta anne karnından başlayarak - gözlemlediğimiz ve yaşadığımız her şey bizde farkettirmeden derin yaralar bırakıyor. Freud bunu oral, anal dönem gibi ayırıp bizim sorunlu geçen ve etkisinden kurtulamadığımız dönemimizin geleceğe yeme bozukluklarından tutun da cinsel yaşamdaki aşırılıklara kadar bağlıyor. Kendisine bazı bakımlardan hak veriyorum. Ama büyüme evresini daha basite indirdiğimizde bu dönemde bizi şekillendiren en önemli bireyler anne ve babalarımız (ya da o roldeki diğer kişiler). Belki ergenliğimiz geçene kadar kabullenemesek de olgunluk dönemimizde o kişilere ve açtıkları yaraların travmalarıyla şekillenen bireyler oluyoruz ve hatta anne/babamıza benzeyen kişilerle evleniyoruz. Tıpkı ilkbaharda doğanın uyanması gelişmesi ve serpilmesi gibi bizlerde ailelerimizin attığı tohumların ve bakımlarının meyveleri oluyoruz.Aslında doğayla iç içe olup gözlemleyerek ne kadar fazla şey öğrenebileceğimizi farkediyorum bende filmin bu bölümünde.
Yaz :
Geldik favori mevsimime. İlkbaharda izlediğimiz çocuk serpilmiş, 16-17 yaşlarında bir genç olarak karşımıza çıkıyor. Tabi bu yaşlarda ne oluyoruz? Huysuz, mutsuz, tatmin olmayan, isyankar ve aşık ergenovskiler. Aynen genç keşişin olduğu gibi. Hormonların kulaklarından fışkırmasına istinaden belki de gördüğü ilk, tapınağa sağlık bulmak için gelen dişiye aşık oluyor. Aşık olmakla da kalmıyor, kurlar yaparak kendine çekiyor ve cinsel münasebetlerde bulunuyorlar. Tabi bir keşiş olarak bu kendisine yasak. Bunu keşfeden master keşiş de kızı, ''hadi sen iyileştin artık dön evine'' diyip kovuyor. Kanımca bu bölümde gençlik ve umursamazlık teması işlendiğinden derin anlam çıkarılacak pek sembol yok. Varsa da ben anlamadım (n_n)
Gelelim keşişin 30'lu yaşlarına. Aşık olup peşinden gittiği kadın kendisini aldatmış ve intikamı cinayette bulup tapınağa geri gelmiştir. İçindeki öfkeyle sürekli bağırıp çağırmaktadır. Bizlerde biraz fevri oluyoruz bence o yaşlarda. Artık ne istediğimizi bildiğimizden o hedeflere ulaşmak için karşılaştığımız engellerle savaşmaya daha çok önem veriyoruz. Kırılıyor, üzülüyor ve daha ciddi hatalar yapmaya başlıyoruz. Haksızlıklar ve hırslar karşısında boyun eğmemizin beklendiği ama aksine sabırla karşı gelmemiz gereken bir dönem bu. Master keşiş de buna vurgu yapmak isteyerek solda görmüş olduğunuz kanjileri yere boyayla çiziyor ve 30'lu yaşlardaki keşişin de bu kanjileri tek tek kazımasını istiyor. Kazırken de yaptığı hataları düşünüp ders çıkarmasını. Sabaha kadar elleri kanayarak tabana çizilmiş onlarca kanjiyi kazır ve onu götürmeye gelmiş iki polisle beraber cezasını çekmek için bir kez daha tapınağı terk eder.
Yıllar yılları kovalamış master keşiş yakarak kendini öldürmüş, keşiş ise yuvaya dönmeye karar vermiştir. Tapınak donmuş gölün ortasında kalmıştır. Cezasını çekmiş ve dinginliğe ulaşmış keşiş kendini meditasyona ve dövüş sanatına adamaktadır. Artık dünyevi zevklerden elini eteğini çekmiştir. Burada sembolizme çok kasmamıştır yönetmen, kör gözüme parmak stayla kullanılmıştır. Tıpkı karın rengi gibi, beyaz saflığa ulaşmaya çalışmaktadır. Yine de çocukluğundan itibaren taşıdığı büyük taştan kurtulamamış, hatta yıllar içinde biriken hatalarla o taş bir kayaya dönüşmüştür. İlkbahar bölümünde izlediğimiz şekilde, bir kayayı iple kendine bağlamak suretiyle çekmeye çalıştığı bir sahneyi de tekrar görüyoruz. Bu arada tapınağa gelen bir kadın bebeğini bırakıp kaçmaya çalışırken buzlu suya gömülüp hakkın rahmetine kavuşunca döngü tamamlanıyor. Keşişin de yetiştirebileceği küçük bir keşiş ayağına gelmiş oluyor. Beyaza yani saflığa ulaşma çabası gerçekten de yaşlılığımızdaki birincil hedef değil mi? Dinle, meditasyonla, bağış yaparak ya da diğer yollarla çocuk saflığımızı geri kazanmaya çalışıyoruz. Aynen bu bölümde vurgulandığı gibi..
..ve İlkbahar :
Ve çember kapanıyor, başlangıçta gördüğümüz sahnenin benzerini tekrar görüyoruz. Bebek büyüyor ve keşişlik eğitimi görüyor. Fakat hayvanlara yine zulmeden bir sadist var karşımızda. Demekki neymiş, insan olarak bazı davranışları genlerimizde taşıyoruz ve hepimiz aynı yollardan geçmeden anlayamıyor, öğrenemiyoruz.