Merhabalar,
İlk kez bir yazıya başlık yazmadan başlayacağım. Biraz savruk yazdığımdan başlık atmak konuya dönmemde yardımcı oluyordu ama bu sefer kendimi sınırlamayıp yazının sonunda başlık koyacağım bakalım nereden başlayıp yazı yolculuğumuzu nerede sonlandıracağım =)
Aslında çok geniş bir konuda yazacağımdan başlık atmamayı tercih etmiş olabilirim.
Neyse, bu ihtiyaç bugün annemle pazar ayinine gitmemden kaynaklandı.
Tabi bu ilk gidişim değildi ama daha önce bu kadar çok Türk'le karşılaşmamıştım.
(Beni tanıyanlar ya da facebook'tan arkadaşım olanlar bilirler kitapsız ama Tanrı [yaratıcı güç, başlangıç...] inancı olan bir insan olduğumu.)
Merak edenler için pazar ayini nasıl olur anlatayım. Tabi şunu da belirteyim cami dışında herhangi bir ibadethane inşaa etmek yasak Türkiye'de. Bu nedenden annemler oda gibi bir yerde toplanıyorlar. Bir de bahçesi var orada da ayin sonrası kahve-çay-kek içip/yiyip sohbet ediyorlar. Şimcik, önce girerken kapının sağında küçük bir kasenin içinde kutsal su var ona parmakları değdirip o meşhur haç çıkarma hareketi yapılıyor, o gün söylenecek parçaların olduğu A4 kağıdı alınıp bir yere oturuluyor. Papaz geliyor tam saat 11'de bir dakikalığına çan sesi dinleniyor. Papaz dua ediyor sonra sıradaki ilk parça hep bir ağızdan söyleniyor.
(burada büyük bir parantez açacağım,ben 6 yaşımdan bu yana piano çalıyorum, İstanbul'da ders aldığım ablamın da dershanesinde derslere asistanlık yapıyorum. Karşılaştığım sorunlardan biri çocuklara 1 2 4 vuruşluk notaları anlatıp müziği öğretebilmek. Bizim Türk çocukları notalarla ilk kez dershanede karşılaşıyorlar, müzik ondan önce sadece dinlenilen bir şey görülen dokunulabilen bir şey değil. Oysa Hıristiyan ülkelerde durum çok farklı, küçük yaşlarından beri her pazar ayine giden çocuklar bugün benimde elimde olan notları ellerine alıp, parçalara eşlik ederek notaların vuruş değerlerini öğreniyorlar ve müzik kulakları bizimkilerden çok daha erken gelişiyor. Oysa bizde bestelenmese ezan bile kuru bir ibadete çağırmaktan ibaret. Dualar bazen belli bir ritimle okunuyor kabul ama bu kadar.)
Aralarda Papaz konuşuyor ve tekrar dualar okunuyor. Bugün Berlin'e gittiğinde aldığı bir dergiden bahsetti. Almanya'da en çok satan dergilerden biri olan 'Der Spiegel' başlığı: Yanmış(yanıp kül olmuş bitmiş): aşırı yüklenilmiş BEN. Şişmiş egolarımızdan, sürekli hem hareket halinde olup hem de ulaşılabilir olmak zorunda olan 21. yüzyıl insanının yaşadığı sıkıntı ve buna eklenen inançsızlıkla içinden çıkılamaz hale gelen durumunu anlattı. Güzel bir konuşmaydı. (her hafta bunun gibi inancın önemini vurgulayıcı bir konuşma yapıyor papaz)
Sonra tekrar dualar, arada bir el sıkışma (geçen diyalog: -seninle barış içindeyim - bende), bir kesenin içinde bağış toplama ve son. Ve bu pazar papaz bitirip üstüne değiştirmeye giderken birden yanıma geldi elimi sıktı kim olduğumu sordu. Daha önce de gelmiştim tanışmıştık dedim. Sonra daha önce geldiğimdeki esprisini patlattı, "annen mi ablan gibi duruyor ama hahaha" komik bir adam, ayin sırasında bile espri yapabiliyor =)
Yazının başında belirttiğim üzere pek çok Türk de katılıyor bu pazar ayinine. Tabi çoğu annemle muhabbet kurmuş aralarında en iyi türkçe konuşan anneciğim olunca.
Klasik konuşma döngüsü burada da yaşandı:
-senin kızın mı?
-evet
-benziyor zaten, maşallah(!) Allah bağışlasın
-hehe tşkler
-nerede okuyorsun sen?
-...
Ve inanın bu muhabbet din dil ırk farkı gözetmiyor, Almanlar da benzer şeyler söylediler =)
Sonra yanıma bir Türk amca yaklaştı, annem daha önce bahsetmişti kendisinden. 11 sene önce araştırdıktan sonra Müslümanlıktan Hıristiyanlığa dönen biriydi kendisi. Kısa bir tanışmadan sonra dinimi sordu, hiçbiri dedim. Annem biraz rahatsızca kıpırdansa da adam,
-bence maneviyat önemli ateistleri anlamıyorum, ama anostik(agnostik) olabilir insan dedi.
-ben agnostik değilim deistim dedim.
-ha onu bilmiyorum, benim dediğim Tanrı'ya inanan ama dinlere inanmayan.
-işte o benim deist
-tam bilmiyorum kızım isimlerini, ama kötü yani ateizm, hiçbir inancı olmamak falan.
-yani tabi onlar da her şeyi bilimle açıklıyorlar ona inanıyorlar saygı duymak lazım, ben manevi olarak rahat hissetmiyorum tanrı inancım olmazsa
-evet haklısın, işte bende 11 yıl önce geçtim araştırdıktan sonra, Hıristiyanlık gelişmeye açık ben mecbur muyum Müslüman olunca Arapça öğrenmeye (ortaokulda din kültürü hocam Arapça bir duayı doğru telaffuz edemediğimde konuşma bozukluğun mu var diye sormuştu, bunu anlatmamın akabinde dedi amcacım bunu).
Annemde aslında bir 45 50 sene öncesine kadar duaları hep latince okuduklarını sonradan ingilizce almanca gibi dillere çevrildiğini yazdı. İtalya'daki Vatikan tecrübelerimden bahsettim, özellikle benim içiçe olduğum sol görüşlü insanlar Berlusconi'nin Vatikan'ı politikaya alet ettiğini ve Vatikan'ın da bunu fırsat bilerek etkisini arttırdığına inanıyor.
-yoo öyle değil, onlar da daha yeni (yüzünü ekşitti) doğum kontrol hapı, kürtaj gibi konularda serbestlik tanıyan şeyler yayınladı. Hz. Muhammed çok akıllı bir adamdı ama ona bir Rahip geldi İncil'i öğretti, zaten şifozrendi öylece yeni bir din attı ortaya, yukardaki aptal mı bir din yolladıktan sonra tekrar yollasın bir tane di mi ama??
-hımm ben bu konuda yorum yapmayayım, ama bir Müslümanın ağzından konuşmam gerekirse onlar da Hıristiyanlığın ve insanlığın çok bozulduğu bir zamanda gönderildiğini söylerdim. Ayrıca Müslümanlar Kur'an'ın Cebrail'den indirildiği gibi yazıya döküldüğünden değişmediğini, İncil'in ise çok fazla bozulduğuna inanıyorlar.
-yooo öyle değil, hem Hz. Muhammed'i şeytan ve o kovulan rahip yönlendirdi..
-o kadarını bilemeyeceğim, sizin inancınızdır..
Aklından daha yeni bitirdiğim Elif Şafak'ın 'Aşk' romanı geldi; Şems-i Tebrizi'nin Şeyh Yasin ile bir diyaloğu var ki beni çok etkiledi.
Şems Yasin'e "şeytan nedir?" diye sorar, Yasin'in cevabı: " ...dinlerin en sonuncusu ve en mükemmeli olan dinimiz der ki Adem ve Havva cennetten şeytan yüzünden kovuldu...biz de daima tetikte olmalıyız. Zira şeytan tedbil kıyafet gezmekte. Bazen bizi kumara davet eden bir kumarbaz kılığına girer, bazen de güzel bir kadın olur, bizi ayartır"
Şems: " Yalnız ne kolay işmiş! Şeytanı hep dışımızda, hep başkalarında aramak işimize geliyor değil mi? Eğer şeytan hep ayağımızı kaydırmak için fırsat kolluyorsa, biz insanların yaptığımız hatalardan dolayı kendimizi suçlamamıza ne gerek var? Hayırların hepsi Allah'tan şerlerin hepsi şeytandan deyip geçer gideriz. her halükarda kendi kendimizi sorgulayıp dönüştürmek için sebep kalmaz. ne kolaymış"
Ne kadar da doğru. İşte dinin yaptığı şey de bu bence. Her ne kadar maneviyata seslense de o yollar o kadar ritüelleştiriliyor, yozlaştırıyor ki cihad, haçlı seferleri gibi saçma şeyler çıkıyor ortaya. Hani dinde zorlama yoktu? ama bir yandan da Allah yolunda yapılan her şey mübah?
Neyse sanırım bu kadar yazacağım, umarım kimseyi kızdırmamış, gücendirmemişimdir.
p.s.: bu konuları tartışıp konuşmaya her zaman açığım aklınızda bulunsun.
Kakın sağlıcakla..
“Man cannot discover new oceans unless he has the courage to lose sight of the shore.”
30 Ocak 2011 Pazar
21 Ocak 2011 Cuma
bloğun yeni tasarımı hakkında
Her şey sevgülümün bana yılbaşı hediyesi olarak giydiğim anda gülme krinize girmeme neden olan çingene pembesi (abartmıyorum cidden 25m. öteden farkediliyorum=] )mantoyu almasıyla başladı.
İşte o andan itibaren pembe ve tonlarına karşı bir sempatim oluştu (hayatımda ilk kez)
bloğun rengini de buna uygun değiştirdim, bu yılımın rengi pembe !
İşte o andan itibaren pembe ve tonlarına karşı bir sempatim oluştu (hayatımda ilk kez)
bloğun rengini de buna uygun değiştirdim, bu yılımın rengi pembe !
dönem değerlendirmesi
aslında bunu her sene yaparım ama kafamda, e madem bir bloğum var değerlendirelim di mi =)
Çoğu insan değerlendirmelerini 365 günlük bir periyodla yapar ve 31 aralık-1 ocak arasında o geçiş evresinden bir mucize bekler...
bense her dönem değerlendirme yapmayı tercih ederim (öğrenciliğin verdiği bir alışkanlık diyelim)
*şimdiii bu dönem neler yaptık:
6 ders aldım, yarısı "sanat kuramı ve eleştirisi" yan dalım için, (ayrı mı yazılıyor bu kelime?! )
birisini Sabriş verdiği için aldım, bir IR dersi aldım (sırf bu konuda master yapacağım için) Korel hocadan "Türkiye'nin yönetİŞİmi" > core elective olduğundan mütebelli =)
*Visual Culture dersimi 'aman cızzz bırak o dersiiii kızııaamm' gibi ısrarlara kulak tıkayarak aldım ( e tabi required başka şansım yok)
karşılaştığım en değişik hoca olduğu şüphesiz: hem gay, hem İtalyan, hem aldığım ilk VA kodlu dersin hocası! Dönem başlarken "derse gelmezseniz F, Alien filmini izlemezseniz F, draft'ı submit etmezseniz F F F F..."gibi aslında kendi otoritesinden emin olmayan F'e sığınan hoca imajı çizdi kendisi. Zamanla aştık bu durumu, sınıfa geç gelenlere ters ters bakıp "Ebru note their names hııı hııı" dememeye başladı, hatta durumu dalgaya bile aldı, anlatmadan geçemeyeceğim:
yapılan araştırmalar aslında insanlarla hayvanların çok farklı olmadıklarını, pek çok içgüdüsel davranışımızın ve hatta süper-egomuzun etkisinde olduğumuz zamanlarda bile hayvanlarla büyük benzerlikler taşıdığımızı bulmuş. (Bloğumu düzenli takip edenler kürk giymek ve köşeye sıkışmış/saldırmaya hazırlanan hayvanların tüylerini kabartması arasındaki benzerliği yazdığım yazıyı hatırlayacaklardır- mio dio noluyor bana yazar tripleri geliştirmeye başladım =] )
Tabi bizim sınıftaki durumu case olarak alınca, şu değerlendirmeyi yaptı lanfranco:
sınıfa geç girenler duvara yapışık bir şekilde, hocaya maksimum uzaklıktaki yere doğru başları öne eğik (hata yaptığını anlayan köpek misali) sırtı kamburlaşmış bir şekilde girer sınıfa, sanki benim saldırımdan bu şekilde kurtulmayı umuyormuş gibi =) Haklı cidden, tabi öğrenci mantığı da, "zaten geç gelerek yeterince böldüm dersi daha fazla rahatsızlık vermeyeyim" ama bu şekilde düşününce baya eğlenceli oluyor, sanırım bu sahne her yaşandığında Lanfranco gelecek aklıma =) ders biraz master dersi havasında geçti, arada küçük bilgiler veriliyor sonunda da paper yazıyorsun oluyor bitiyor gidiyor.
Neler öğrendik derste: facebook'a bilgilerini koyma satılıyor, kameralar her yerde, sürekli kontrol altındasın, ama seni kontrol edeni göremiyorsun (big brother is watching you effect), Lady Diana'nın ölümünün arkasındaki gizem perdesi, nasıl dünyada en çok fotoğrafı çekilen ve bu şekilde yaratılan insan oldu. Ve benim şehirler ve şehirlerdeki heykellerin nasıl milliyetçiliği tetiklediğine dair olan yazım.. Dediğim gibi tek kelimeyle yorumlayacak olursam: değişikti.
*IR dersim (dış politika analizi) sınıfın yarısının exchange öğrencilerden oluşması bakımından bana çok farklı bakış açıları kattı, yurtdışına gitme istediğim bir kat daha arttı! seviyorum ben böyle ortamları, herkes anlatsın kendi ülkesini, değişik yorumlar havada uçuşsun..
*Sabriş hocam, hımmm, yani siyaset bilimi dersinden çok tarih dersi gibiydi, çeşitli ortadoğu ülkesinin tarihini, yönetim şekillerini, acaba bu petrol ne kadar etkiliyor bunların durumunu, gibi soruların cevabını öğrendim, Tunus ve Fas'daki olayları daha rahat takip etmemi sağlıyor.
*Korelciimin Türkiye'nin YönetiŞimi dersi (yanlış yazmıyorum, ingilizcedeki governance sözlüğünün tam karşılığı buymuş; yani Korel hocanın da başını çektiği bir ekip uydurmuş bu kelimeyi ama olsun uygundur bence nasıl olsa işteşlik eki karşılıklı yapma anlamı taşıyor =] )
bana bu ülkedeki mekanizmaların nasıl işlediğini biraz olsun anlamamı sağladı, sonuç: her aşamada onlarca insan var, gerçekten kolay değilmiş bir ülkenin yönetilmesi =]
Bölgesel kalkınma ajansları güzel bir iş kapısı gibi, aklımda bulunsun. STK'larla beraber yürüttükleri, proje bazlı bir yapılanma i.e. tam da benim istediğim =]
Ders konusunda bu kadar yeter, zaten bıktım şu üst üste gelen finallerle, gelecek dönem 4 dersten fazla alanı...
Gene mentorluk yaptım exchange öğrencilere, her ne kadar olayın içinde olunca bazı çirkinliklere şahit olmam gerektiyse de, artık ne yapayım. Gerçi çoğu öğrenci gerçek mentorlarıyla tanışmasalar da onlarla da ilgilendim, çeşitli insanlar kültürler ve okullarını tanımış oldum eğlendim ve yanıma da kar kaldı =)
Şimdi burada komik bir olayı anlatmalıyım, çatlarım =)
Bu sene biz mentorlarla ilgilenen abla değişti, önceki ilgilenenimiz bize listeleri ve oryantasyon programını gönderir gerisine pek karışmazdı. Bu yeni ablamız şöyle bir e-mail ile gönlümü fethetti, beni benden aldı, gülmekten işetti:
"... üniversitemize gelen yabancı öğrencilerin arkalarında hep bir destek olduğunu bilmeleri ve daha da güzeli bu desteğin kendi akranları bir okul arkadaşı olması harika bir duygu. Bu duygunun gerçekten harika olması için hepinizin elinden geleni yapacağına benim inancım tam. Şöyle bir durup düşündüğümüzde yardıma ihtiyacı olan bir yabancıya yardım eli uzatmak bir insanlık vazifesi ve de gerçekten sevabına yapılan erdemli bir iştir...Lütfen herkes kendisine düşen yabancı arkadaşına bir e-posta göndersin, kendisini tanıtsın, ona telefon numarasını bildirsin ve en önemlisi ona güven versin..."
Bir üniversitenin uluslararası ilişkiler ofisinden gelen manidar bir mail olarak gülümsetti beni saol Z. Abla. ( bu arada mail geldiği anda facebook'a kopyaladım altında da baya komik yorumlar vardı, zanırım bu Z. Abla gördü onları, tanışma toplantısında,
-sen Oya Özer'sin di mi?
-hıı evet hehe ..
- neyse arkadaşlar ne diyorduk, evet bu davranışınız öncelikle sevap [bana keskin bir bakış] yani okudu sanırım o iletimi amaaan, sevabına yapıyoruz kızmaya hakkı yok kanımca =P )
*Piano çalmaya devam ettim, 5-7 yaş grubunun psikolojisini, zevklerini, renklerini çözüp onlara piano çalmayı sevdirmekle geçen haftasonlarım oldu ve iyiki olmuş, kendimi çocuk sevemez sanırdım =]
*Bugün gönderdiğim iki başvuruyla beraber 3 okula başvurmuş oldum, her ne kadar İngiltere'ye başta çok sıcak bakmasam da şuanda gidebilirmişim gibi geliyor. Warwick'ten mail gelip duruyor, acaba öğrencileri mi yok diye düşünmeden edemiyorum =)
Çoğu insan değerlendirmelerini 365 günlük bir periyodla yapar ve 31 aralık-1 ocak arasında o geçiş evresinden bir mucize bekler...
bense her dönem değerlendirme yapmayı tercih ederim (öğrenciliğin verdiği bir alışkanlık diyelim)
*şimdiii bu dönem neler yaptık:
6 ders aldım, yarısı "sanat kuramı ve eleştirisi" yan dalım için, (ayrı mı yazılıyor bu kelime?! )
birisini Sabriş verdiği için aldım, bir IR dersi aldım (sırf bu konuda master yapacağım için) Korel hocadan "Türkiye'nin yönetİŞİmi" > core elective olduğundan mütebelli =)
*Visual Culture dersimi 'aman cızzz bırak o dersiiii kızııaamm' gibi ısrarlara kulak tıkayarak aldım ( e tabi required başka şansım yok)
karşılaştığım en değişik hoca olduğu şüphesiz: hem gay, hem İtalyan, hem aldığım ilk VA kodlu dersin hocası! Dönem başlarken "derse gelmezseniz F, Alien filmini izlemezseniz F, draft'ı submit etmezseniz F F F F..."gibi aslında kendi otoritesinden emin olmayan F'e sığınan hoca imajı çizdi kendisi. Zamanla aştık bu durumu, sınıfa geç gelenlere ters ters bakıp "Ebru note their names hııı hııı" dememeye başladı, hatta durumu dalgaya bile aldı, anlatmadan geçemeyeceğim:
yapılan araştırmalar aslında insanlarla hayvanların çok farklı olmadıklarını, pek çok içgüdüsel davranışımızın ve hatta süper-egomuzun etkisinde olduğumuz zamanlarda bile hayvanlarla büyük benzerlikler taşıdığımızı bulmuş. (Bloğumu düzenli takip edenler kürk giymek ve köşeye sıkışmış/saldırmaya hazırlanan hayvanların tüylerini kabartması arasındaki benzerliği yazdığım yazıyı hatırlayacaklardır- mio dio noluyor bana yazar tripleri geliştirmeye başladım =] )
Tabi bizim sınıftaki durumu case olarak alınca, şu değerlendirmeyi yaptı lanfranco:
sınıfa geç girenler duvara yapışık bir şekilde, hocaya maksimum uzaklıktaki yere doğru başları öne eğik (hata yaptığını anlayan köpek misali) sırtı kamburlaşmış bir şekilde girer sınıfa, sanki benim saldırımdan bu şekilde kurtulmayı umuyormuş gibi =) Haklı cidden, tabi öğrenci mantığı da, "zaten geç gelerek yeterince böldüm dersi daha fazla rahatsızlık vermeyeyim" ama bu şekilde düşününce baya eğlenceli oluyor, sanırım bu sahne her yaşandığında Lanfranco gelecek aklıma =) ders biraz master dersi havasında geçti, arada küçük bilgiler veriliyor sonunda da paper yazıyorsun oluyor bitiyor gidiyor.
Neler öğrendik derste: facebook'a bilgilerini koyma satılıyor, kameralar her yerde, sürekli kontrol altındasın, ama seni kontrol edeni göremiyorsun (big brother is watching you effect), Lady Diana'nın ölümünün arkasındaki gizem perdesi, nasıl dünyada en çok fotoğrafı çekilen ve bu şekilde yaratılan insan oldu. Ve benim şehirler ve şehirlerdeki heykellerin nasıl milliyetçiliği tetiklediğine dair olan yazım.. Dediğim gibi tek kelimeyle yorumlayacak olursam: değişikti.
*IR dersim (dış politika analizi) sınıfın yarısının exchange öğrencilerden oluşması bakımından bana çok farklı bakış açıları kattı, yurtdışına gitme istediğim bir kat daha arttı! seviyorum ben böyle ortamları, herkes anlatsın kendi ülkesini, değişik yorumlar havada uçuşsun..
*Sabriş hocam, hımmm, yani siyaset bilimi dersinden çok tarih dersi gibiydi, çeşitli ortadoğu ülkesinin tarihini, yönetim şekillerini, acaba bu petrol ne kadar etkiliyor bunların durumunu, gibi soruların cevabını öğrendim, Tunus ve Fas'daki olayları daha rahat takip etmemi sağlıyor.
*Korelciimin Türkiye'nin YönetiŞimi dersi (yanlış yazmıyorum, ingilizcedeki governance sözlüğünün tam karşılığı buymuş; yani Korel hocanın da başını çektiği bir ekip uydurmuş bu kelimeyi ama olsun uygundur bence nasıl olsa işteşlik eki karşılıklı yapma anlamı taşıyor =] )
bana bu ülkedeki mekanizmaların nasıl işlediğini biraz olsun anlamamı sağladı, sonuç: her aşamada onlarca insan var, gerçekten kolay değilmiş bir ülkenin yönetilmesi =]
Bölgesel kalkınma ajansları güzel bir iş kapısı gibi, aklımda bulunsun. STK'larla beraber yürüttükleri, proje bazlı bir yapılanma i.e. tam da benim istediğim =]
Ders konusunda bu kadar yeter, zaten bıktım şu üst üste gelen finallerle, gelecek dönem 4 dersten fazla alanı...
Gene mentorluk yaptım exchange öğrencilere, her ne kadar olayın içinde olunca bazı çirkinliklere şahit olmam gerektiyse de, artık ne yapayım. Gerçi çoğu öğrenci gerçek mentorlarıyla tanışmasalar da onlarla da ilgilendim, çeşitli insanlar kültürler ve okullarını tanımış oldum eğlendim ve yanıma da kar kaldı =)
Şimdi burada komik bir olayı anlatmalıyım, çatlarım =)
Bu sene biz mentorlarla ilgilenen abla değişti, önceki ilgilenenimiz bize listeleri ve oryantasyon programını gönderir gerisine pek karışmazdı. Bu yeni ablamız şöyle bir e-mail ile gönlümü fethetti, beni benden aldı, gülmekten işetti:
"... üniversitemize gelen yabancı öğrencilerin arkalarında hep bir destek olduğunu bilmeleri ve daha da güzeli bu desteğin kendi akranları bir okul arkadaşı olması harika bir duygu. Bu duygunun gerçekten harika olması için hepinizin elinden geleni yapacağına benim inancım tam. Şöyle bir durup düşündüğümüzde yardıma ihtiyacı olan bir yabancıya yardım eli uzatmak bir insanlık vazifesi ve de gerçekten sevabına yapılan erdemli bir iştir...Lütfen herkes kendisine düşen yabancı arkadaşına bir e-posta göndersin, kendisini tanıtsın, ona telefon numarasını bildirsin ve en önemlisi ona güven versin..."
Bir üniversitenin uluslararası ilişkiler ofisinden gelen manidar bir mail olarak gülümsetti beni saol Z. Abla. ( bu arada mail geldiği anda facebook'a kopyaladım altında da baya komik yorumlar vardı, zanırım bu Z. Abla gördü onları, tanışma toplantısında,
-sen Oya Özer'sin di mi?
-hıı evet hehe ..
- neyse arkadaşlar ne diyorduk, evet bu davranışınız öncelikle sevap [bana keskin bir bakış] yani okudu sanırım o iletimi amaaan, sevabına yapıyoruz kızmaya hakkı yok kanımca =P )
*Piano çalmaya devam ettim, 5-7 yaş grubunun psikolojisini, zevklerini, renklerini çözüp onlara piano çalmayı sevdirmekle geçen haftasonlarım oldu ve iyiki olmuş, kendimi çocuk sevemez sanırdım =]
*Bugün gönderdiğim iki başvuruyla beraber 3 okula başvurmuş oldum, her ne kadar İngiltere'ye başta çok sıcak bakmasam da şuanda gidebilirmişim gibi geliyor. Warwick'ten mail gelip duruyor, acaba öğrencileri mi yok diye düşünmeden edemiyorum =)
ama değildir ya, sıralamalar da o kadar yüksek sıradalar, belki de başarıları öğrencileriyle bu kadar ilgilenmelerinden kaynaklanıyordur.
*Pazar günü Amasra yolcusuyum, yolda ve oradaki maceralarımdan seni mahrum bırakmam blog merak etmeyesin =]
*artık resmen son dönemimi geçireceğim sabancıda, bir daha kolileri depoya yerleştirme derdi olmayacak bu bahar, o pis koku olmayacak, IC güle güle, yeni gözde Hangar güle güle.. (neyse başka yazıya saklayayım bunları zaten yeterince malzeme harcıyorum her yazıda tek tek yazabilecekken =] )
P.S.: bir arkadaşım bloğumda yazmayı teklif etti, kabul ettim yakında:
Türk kızları, Dans etmek, Harcanan mesaj hakları -onunla gecen günlerde harcanmış 3000 mesaja karsin harcanan sadece25 mesaj. Bişeyi sadece birine anlatmak istemek hastalık mıdır?
Konu başlıkları altında yazılar görürseniz bana ait değiller bilesiniz,
kalın sağlıcakla anam
19 Ocak 2011 Çarşamba
Memoirs of a Geisha'nın üstümdeki etkileri...
Merhaba Blog,
geçen hafta cumartesi itibariyle finallerim bitmiş bulunmakta. Sadece cumaya yetiştirmem gereken bir makalem kaldı (ki aslında baya uğraşmam gerek üstünde, zira bir visual arts makalesinden çok siyaset bilimi makalesine benziyor, ee napalım yılların alışkanlığı bırakılamıyor o kadar kolay azizim)
tabi bu boş zamanımdan faydalanıp, üniversite araştırması, film-dizi günleri-geceleri boşboş öylece dalma nöbetleri yaşamaktayım.
Dün bir Geisha'nın Anılarını izledim ve bir kez daha acaba doğru mu yapıyorum o bölgelerin master'ını yapmak konusunda diye düşünceler gark oldu bana =) halet-i ruhiyem fırtınalı yine anlayacağın, blog.
Tabi diyeceksin ne alaka, o bir film hatta belki gerçeği bile yansıtmıyor senin master kararın o ülkenin dış siyasetiyle ilgili olmalı izlediğin filmlerle değil.
E tabi doğru tüm bunlar, ama bir yandan acaba bu kadar değişik bir kültürü hiç anlayabilecek miyim, kültürü ve siyaseti ne kadar iç içe bu ülkelerin, eğitimimin en azından bir kısmını o Çin, Hong Kong ya da Japonya'da geçirmek istiyorum (PhD yaparsam tabe) dili öğrenmem zor olacak biliyorum...
Aslında bir yandan da inanılmaz bir merak duyuyorum o ülkelere. Coğrafyalarına, kültürlerine, çalışkanlıklarına, disiplinlerine hayranım.
Vesellam, filmi çok beğendim, güzel işlemişler Geisha kültürünü ve prostitution'dan çok farklı olduğunu gözüme gözüme soktular, Amerikalılar Japonya'ya geldikten sonra yüzüne beyaz pudra sürüp eline yelpaze alan kız(!)larla gerçekten eğitim almış Geisha'ları aynı sahnelere koyarak.. (geisha diyince ağzı sulanan sevgili XY'lerin dikkatine) Onun dışında hikaye güzel işlenmiş,
----Spoiler----
sonunda klasik kavuşamayanların kavuşması kısmı gerçekten çok etkiliyor, ağlatıyor, salak Amerikan romantik-komedileri gibi değil.
p.s.: Tunus'taki olaylar etrafındaki ülkelere ve sonrasında Mısır üzerinden Ortadoğu'ya sıçrarsa hiç şaşırmayacağım, ki zaten batılı ülkeler demokrasi getireceğiz illa banane banane diye hükümetlerin ellerine koz vermeyi kesmelerini, suyun yolunu bulacağını her zaman savunmuşumdur.
Tabi S. Arabistan'nın para karşılığı susturma politikası devam etmekte, petrolün %25 onlardayken, başka şey beklemek saçma olur zati, petrol bitene kadar büyük devrim beklemek garip olur.. kimi kandırıyorum değil mi?
geçen hafta cumartesi itibariyle finallerim bitmiş bulunmakta. Sadece cumaya yetiştirmem gereken bir makalem kaldı (ki aslında baya uğraşmam gerek üstünde, zira bir visual arts makalesinden çok siyaset bilimi makalesine benziyor, ee napalım yılların alışkanlığı bırakılamıyor o kadar kolay azizim)
tabi bu boş zamanımdan faydalanıp, üniversite araştırması, film-dizi günleri-geceleri boşboş öylece dalma nöbetleri yaşamaktayım.
Dün bir Geisha'nın Anılarını izledim ve bir kez daha acaba doğru mu yapıyorum o bölgelerin master'ını yapmak konusunda diye düşünceler gark oldu bana =) halet-i ruhiyem fırtınalı yine anlayacağın, blog.
Tabi diyeceksin ne alaka, o bir film hatta belki gerçeği bile yansıtmıyor senin master kararın o ülkenin dış siyasetiyle ilgili olmalı izlediğin filmlerle değil.
E tabi doğru tüm bunlar, ama bir yandan acaba bu kadar değişik bir kültürü hiç anlayabilecek miyim, kültürü ve siyaseti ne kadar iç içe bu ülkelerin, eğitimimin en azından bir kısmını o Çin, Hong Kong ya da Japonya'da geçirmek istiyorum (PhD yaparsam tabe) dili öğrenmem zor olacak biliyorum...
Aslında bir yandan da inanılmaz bir merak duyuyorum o ülkelere. Coğrafyalarına, kültürlerine, çalışkanlıklarına, disiplinlerine hayranım.
Vesellam, filmi çok beğendim, güzel işlemişler Geisha kültürünü ve prostitution'dan çok farklı olduğunu gözüme gözüme soktular, Amerikalılar Japonya'ya geldikten sonra yüzüne beyaz pudra sürüp eline yelpaze alan kız(!)larla gerçekten eğitim almış Geisha'ları aynı sahnelere koyarak.. (geisha diyince ağzı sulanan sevgili XY'lerin dikkatine) Onun dışında hikaye güzel işlenmiş,
----Spoiler----
sonunda klasik kavuşamayanların kavuşması kısmı gerçekten çok etkiliyor, ağlatıyor, salak Amerikan romantik-komedileri gibi değil.
p.s.: Tunus'taki olaylar etrafındaki ülkelere ve sonrasında Mısır üzerinden Ortadoğu'ya sıçrarsa hiç şaşırmayacağım, ki zaten batılı ülkeler demokrasi getireceğiz illa banane banane diye hükümetlerin ellerine koz vermeyi kesmelerini, suyun yolunu bulacağını her zaman savunmuşumdur.
Tabi S. Arabistan'nın para karşılığı susturma politikası devam etmekte, petrolün %25 onlardayken, başka şey beklemek saçma olur zati, petrol bitene kadar büyük devrim beklemek garip olur.. kimi kandırıyorum değil mi?
17 Ocak 2011 Pazartesi
Freedoooooooooooommmm!!!! ???
Merhaba sevgili blog,
naber nasılsın uzun zaman oldu?
ama inan inan inan insalıktan çıktım kaç haftadır, şöyle özetleyeyim:
31.12 - 01.01.11:
arkadaşlarla evde geçirilen, içki, şamata neşe eğlencenin gırla gittiği mikemmel bir yılbaşı eğlencesi ardında sabah servisi kaçırmamak için nöbetçi bırakılan ben!herkes mışıl mışıl yere paralelken ben yer çekimine karşı inat slope'u 45'den aşağı düşürmemek uğruna simpson'dan garip garip belgesellere kadar zap'ladım durdum. Neyse uyandırmakla görevlendirdiğim insanları uyandırıp gün doğmadan yola çıktık ve benim uykusuzluk maceram bu gün ile başlamış bulundu.
O zamandan beri rahat yüzü göremedim be blog.
ajandam aynen şuna benziyordu:
IR (international relations) discussion'a düzenli olarak yaz %30 etkiliyor son notu (şimdi burada paraztez açıp açıklamalara girişelim: PennState'den yeni mezun tıfıl toy ve bir o kadar da heyecanlı sevgili dış politika analizi hocamız, yaşının da verdiği bir şevkle benim SuCourse'da sabancı hayatım boyunca kullanmadığım 'Discussion' kısmını kullandırttı biz sevgili kurbanlarına! konu: önemli bir dış politika uzmanısın, ülken de güçlü, etkili, hükümetine otokratik (türkçesi bu mu?) milletleri desteklemesini salık verir misin?Neden?)
tabi sürekli hummalı bir araştırma yaz babam yaz, tabi sınıfta simülasyon var ona da hazırlanmak lazım. Benim grubumda exeter'de okuyan d.c.'li bir megasüpper ingilizcesiyle biz garibanları ezen bir vatandaşında olduğunu eklemeden edemeyeceğim. Hatta babam murphy beni bu durumdada yalnız bırakmadı, yazdığım her eleştiri, bu çocuğun yazdığının altına düştü, tabi ingilizcemin nasıl primitiv gözüktüğünü sen tahmin et artık =/
07.01-14.01
neyse dedik, bundan kurtulduk, 3000-4000 kelimelik essay ayın 11'ine, 11 12 13 14 (sıralanmış) finallerim de tuz biber oldu bu döneme. Ha tabi unutmadan Master da yapacağım ya onlarında başvuru deadline'ları yaklaşıyor onları yetiştirme stresi ayrı taraftan bastırıyore!
uyuyamama durumuma babamla yaptığım bir telefon konuşması da çok güzel katkılar yaptı!
şöyleki, şimdi benim iletişime acayip açık babam bir arkadaşının otelinde, 'Hüseyin Çelik' adında bir amcayla tanışmış, alla ala dedim isim bir yerden tanıdık ama.eğitimle de alakalı adam hmms. Neyse aylar önce konuşmuştuk ALES'e girin sonra tekrar görüşelim dedi bu amcacım. Ben daha ne olduğunu anlamadım. Tek bildiğim bu Hüseyin Bey'in beni yazın yurtdışına staja yollayacağıydı. ALES ne alaka dedim babama öyleymiş işte gönderiyor devlet kalifiye eleman için dedi. İyi dedim MA öncesi staj çok schön olur hem masraflarımda karşılanıyor oh kebap!
sonra ALES sonucumu mail attım babama telefon açtı akabinde hüseyin bey'i veriyorum telefona dedi. Ha iyi hehe merhabalaar, nasılsınız diye afalladım (çünkü o an eski milli eğitim bakanıyla konuştuğumun farkına vardım! )
adam beni yurtdışına master ve PhD.'ye yollayacaklarını aylık 1600$ vereceklerini falan anlattı ballandıra ballandıra, OMG bu işin cost kısmı ne olacak diye içim içimi yerken, çok beklemem gerekmedi ki adam benim bundan sonraki 20 yıllık hayatımın profilini çıkarmasını dinledim telefonda!
"Hıms Oya Hanım, şimdi bu puan fena değil ama bir 90 üzeri olsa daha iyiydi, yani tabi mesela İstanbul üni. olmaz da Aksaray Üni olur Bartın Üni olur" gibi bir laf etti,
"pardon anlayamadım ne demek istediğinizi?"
"e yani boşuna vermeyeceğiz herhalde o kadar parayı, dönünce bu üni'lerden birinde öğretim görevlisi olarak başlayacaksınızi ALES puanınıza göre"
(şimdi işin mantık dışılığına dikkat çekmek istiyorum sevgili blog: ben şimdi gideceğim 6 sene dışarılarda dirsek çürüteceğim, sonra 6 sene önce aldığım ALES puanına göre beni itin öldüğü bir yerde belki araştırdığım alanın bile olmadığı bir yerde öğretim görevlisi yapacaklar!!!!!!!!!!!!)
tabi kafamdan bu düşünceler geçerken sesime yansıttım bu hayal kırıklığımı,
sevgili Hüseyin Bey tam da RTEvari kabalaşan bir kasımpaşalı aymazlığı ile "e tabi yani böyle bir şey yapacaktınız, yok ben sizi muhattabım kabul etmiyorum diyorsanız biz zaten sizi etmiyoruz o tüm verdiğimiz parayı da 60 ay içinde geri ödersiniz" dedi ve ben
> (0.0)' durumuna bağladım. "hım evet teşekkürler, kafamda netleşti şuanda her şey tşkler"
neyse kapattık beni aldı bir düşünce, sahi ne yapacaktım ben dönünce?
Tamam Warwick'ten aldık kabulu de ee sonrasında?
Final dönemi başlangıcını böyle yapmak baya güzeldi, evet.
Sonra o kabus gibi dönem başladı, artık resmen kafeinden elleri titreyen, gözlerinin altı çökmüş, uyuyamayan mal oye'ye bağlamıştım.
Tabi kabus finallerle bitmedi sonrasında TOEFL (2) maceram oldu, kaydımı alan adam elinde "TÜRKİYE CUMHURİYETİ NÜFUS CÜZDANI" elinde bana "sen türk müsün?" diye sordu, annemin adını görünce, eh yani dedim. "ha sonra sorun çıkmasında" dedi bir de
hey yarep dedim, hep beni bulur böyleleri.
Allah için sınav boyunca yanımdakilerin masayı sallamaları dışında bir sorun yaşanmadı!
Haftasonunu dinlenerek geçirdim, Elif Şafak'ın 'Aşk'ına başladım, Ahmet Ümit'in de Mevlana'tı işleyen kitabını okumuştum, aha dedim, gene klasik 'bir konu bulduk bunu dibine kadar sömürelim' (bkz. dizilerimiz ve edebiyat kitaplarımız) döngüsüyle karşı karşıya olduğumu anladımi ama kitap sardı bu hafta bitiririm herhalde.
Tabi okulla işim bitmedi, sevgili gay, italyan, çatlak görsel kültür hocamın yazısını yazmam gerekiyor, toplumsal ve siyasal bilimler öğrencisi olarak, çok acı cidden.
Hala kendime soruyorum neden sanat kuramı ve eleştirisi yan dalı yaptığımı, yanıtı bulursam haber ederim.
şimdilik bu kadar
özlemişim yazmayı =)
naber nasılsın uzun zaman oldu?
ama inan inan inan insalıktan çıktım kaç haftadır, şöyle özetleyeyim:
31.12 - 01.01.11:
arkadaşlarla evde geçirilen, içki, şamata neşe eğlencenin gırla gittiği mikemmel bir yılbaşı eğlencesi ardında sabah servisi kaçırmamak için nöbetçi bırakılan ben!herkes mışıl mışıl yere paralelken ben yer çekimine karşı inat slope'u 45'den aşağı düşürmemek uğruna simpson'dan garip garip belgesellere kadar zap'ladım durdum. Neyse uyandırmakla görevlendirdiğim insanları uyandırıp gün doğmadan yola çıktık ve benim uykusuzluk maceram bu gün ile başlamış bulundu.
O zamandan beri rahat yüzü göremedim be blog.
ajandam aynen şuna benziyordu:
IR (international relations) discussion'a düzenli olarak yaz %30 etkiliyor son notu (şimdi burada paraztez açıp açıklamalara girişelim: PennState'den yeni mezun tıfıl toy ve bir o kadar da heyecanlı sevgili dış politika analizi hocamız, yaşının da verdiği bir şevkle benim SuCourse'da sabancı hayatım boyunca kullanmadığım 'Discussion' kısmını kullandırttı biz sevgili kurbanlarına! konu: önemli bir dış politika uzmanısın, ülken de güçlü, etkili, hükümetine otokratik (türkçesi bu mu?) milletleri desteklemesini salık verir misin?Neden?)
tabi sürekli hummalı bir araştırma yaz babam yaz, tabi sınıfta simülasyon var ona da hazırlanmak lazım. Benim grubumda exeter'de okuyan d.c.'li bir megasüpper ingilizcesiyle biz garibanları ezen bir vatandaşında olduğunu eklemeden edemeyeceğim. Hatta babam murphy beni bu durumdada yalnız bırakmadı, yazdığım her eleştiri, bu çocuğun yazdığının altına düştü, tabi ingilizcemin nasıl primitiv gözüktüğünü sen tahmin et artık =/
07.01-14.01
neyse dedik, bundan kurtulduk, 3000-4000 kelimelik essay ayın 11'ine, 11 12 13 14 (sıralanmış) finallerim de tuz biber oldu bu döneme. Ha tabi unutmadan Master da yapacağım ya onlarında başvuru deadline'ları yaklaşıyor onları yetiştirme stresi ayrı taraftan bastırıyore!
uyuyamama durumuma babamla yaptığım bir telefon konuşması da çok güzel katkılar yaptı!
şöyleki, şimdi benim iletişime acayip açık babam bir arkadaşının otelinde, 'Hüseyin Çelik' adında bir amcayla tanışmış, alla ala dedim isim bir yerden tanıdık ama.eğitimle de alakalı adam hmms. Neyse aylar önce konuşmuştuk ALES'e girin sonra tekrar görüşelim dedi bu amcacım. Ben daha ne olduğunu anlamadım. Tek bildiğim bu Hüseyin Bey'in beni yazın yurtdışına staja yollayacağıydı. ALES ne alaka dedim babama öyleymiş işte gönderiyor devlet kalifiye eleman için dedi. İyi dedim MA öncesi staj çok schön olur hem masraflarımda karşılanıyor oh kebap!
sonra ALES sonucumu mail attım babama telefon açtı akabinde hüseyin bey'i veriyorum telefona dedi. Ha iyi hehe merhabalaar, nasılsınız diye afalladım (çünkü o an eski milli eğitim bakanıyla konuştuğumun farkına vardım! )
adam beni yurtdışına master ve PhD.'ye yollayacaklarını aylık 1600$ vereceklerini falan anlattı ballandıra ballandıra, OMG bu işin cost kısmı ne olacak diye içim içimi yerken, çok beklemem gerekmedi ki adam benim bundan sonraki 20 yıllık hayatımın profilini çıkarmasını dinledim telefonda!
"Hıms Oya Hanım, şimdi bu puan fena değil ama bir 90 üzeri olsa daha iyiydi, yani tabi mesela İstanbul üni. olmaz da Aksaray Üni olur Bartın Üni olur" gibi bir laf etti,
"pardon anlayamadım ne demek istediğinizi?"
"e yani boşuna vermeyeceğiz herhalde o kadar parayı, dönünce bu üni'lerden birinde öğretim görevlisi olarak başlayacaksınızi ALES puanınıza göre"
(şimdi işin mantık dışılığına dikkat çekmek istiyorum sevgili blog: ben şimdi gideceğim 6 sene dışarılarda dirsek çürüteceğim, sonra 6 sene önce aldığım ALES puanına göre beni itin öldüğü bir yerde belki araştırdığım alanın bile olmadığı bir yerde öğretim görevlisi yapacaklar!!!!!!!!!!!!)
tabi kafamdan bu düşünceler geçerken sesime yansıttım bu hayal kırıklığımı,
sevgili Hüseyin Bey tam da RTEvari kabalaşan bir kasımpaşalı aymazlığı ile "e tabi yani böyle bir şey yapacaktınız, yok ben sizi muhattabım kabul etmiyorum diyorsanız biz zaten sizi etmiyoruz o tüm verdiğimiz parayı da 60 ay içinde geri ödersiniz" dedi ve ben
> (0.0)' durumuna bağladım. "hım evet teşekkürler, kafamda netleşti şuanda her şey tşkler"
neyse kapattık beni aldı bir düşünce, sahi ne yapacaktım ben dönünce?
Tamam Warwick'ten aldık kabulu de ee sonrasında?
Final dönemi başlangıcını böyle yapmak baya güzeldi, evet.
Sonra o kabus gibi dönem başladı, artık resmen kafeinden elleri titreyen, gözlerinin altı çökmüş, uyuyamayan mal oye'ye bağlamıştım.
Tabi kabus finallerle bitmedi sonrasında TOEFL (2) maceram oldu, kaydımı alan adam elinde "TÜRKİYE CUMHURİYETİ NÜFUS CÜZDANI" elinde bana "sen türk müsün?" diye sordu, annemin adını görünce, eh yani dedim. "ha sonra sorun çıkmasında" dedi bir de
hey yarep dedim, hep beni bulur böyleleri.
Allah için sınav boyunca yanımdakilerin masayı sallamaları dışında bir sorun yaşanmadı!
Haftasonunu dinlenerek geçirdim, Elif Şafak'ın 'Aşk'ına başladım, Ahmet Ümit'in de Mevlana'tı işleyen kitabını okumuştum, aha dedim, gene klasik 'bir konu bulduk bunu dibine kadar sömürelim' (bkz. dizilerimiz ve edebiyat kitaplarımız) döngüsüyle karşı karşıya olduğumu anladımi ama kitap sardı bu hafta bitiririm herhalde.
Tabi okulla işim bitmedi, sevgili gay, italyan, çatlak görsel kültür hocamın yazısını yazmam gerekiyor, toplumsal ve siyasal bilimler öğrencisi olarak, çok acı cidden.
Hala kendime soruyorum neden sanat kuramı ve eleştirisi yan dalı yaptığımı, yanıtı bulursam haber ederim.
şimdilik bu kadar
özlemişim yazmayı =)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)