30 Mayıs 2010 Pazar

evim evim evim (2)


aslında hiç ama hiiçççç yazmaya niyetim yoktu, ta kii, dünkü eurovision birincisi şarkı satellite şarkısı keyfimi yerine getirene ve yaşadığım bir olayın benim "karma" ya olan inancımı tetikleyene kadar.
Şarkı o kadar neşe dolu ki ister istemez dinlerken ayağımı, bacağımı başımı sallamaya başlıyorum =)
evim evim evim yazısına devam etmem istenmişti sevgili takipçilerimden birinden, kafam çok dağınık ama konuyu bu dağınıklıktan uzak tutup düzgün düzgün (söz konusu olan benim nasıl olacak düzgün düzgün bilemiyorum ama =) ) yazmaya çalışacağım.
Bugün kalktım gene kütüphaneye gitmek için sonra cip güneş günü olduğunu hatırladım.Bilmeyen için küçük bir bilgilendirme yapmalıyım, cip bizim toplumsal duyarlılık projemizin kısaltması (civic involvement projects), sabancı'ya gelen her öğrencinin geçmesi gereke bir nevi 'ders'tir kendisi. Yaşlı, engelli, çevre, cinsellik, çocuk, hayvan hakları... gibi projelerden sana uyanı seçiyorsun, her hafta gitmek şartıyla, seçilen huzur evi, okul, barınak vs vs gidip yardımcı oluyorsun elinden geldiğince. Benimki de kurum çocuktu ve güzel anılarım var ama şuanda 'düzgün düzgün yazma' etiğine uygun davranarak konuyu toparlıyorum gene =)
işte bu tüm yaşlılar, çocuklar yılın bir günü 'güneş günü' etkinliğinde bir araya geliyorlar oyunlar oynatılıyor, film izletiliyor ve 300-500 delilen çıldırma hareketine giriyorlar, yüzlerce çocuk bizim üniversite merkezi önünde zıpzıp zıplamaya başlıyorlar ki akıllara zarar. Spor yapan bir insan olmama rağmen benim katıldığım güneş gününden 2 gün sonrasına kadar kendine gelememiştim, tabi bu içimdeki çocuğun hala ölmeyip tüm aktiviteleri yerinde katılmamla da alakalı olabilir, o yüzden benim grup gün boyu benim adımın tezahüratını yapmıştı ;)
Neyse işte ben bu aktiviteden nasibimi aldığım için kenardan köşeden kaçmayı planladığım için öğlene kadar odada durayım dedim. Merveşim kalktı, sonra muhabbet döndü dolaştı benim otel anılarıma geldi gene.
Bizim otelin 'havuz barı' adına yaraşır bir şekilde çocuk havuzunun dibinde ve gariban ben barmenlerin antre saatinde duruyordum o barda. Tabi öğleden sonra 14-17 arasına tekabül eden bu saat tahmin edebileceğiniz gibi en yoğun saatlere denk geliyordu. Çoğu müşterinin tatile gelince çocuğunu unutma psikoloji yüzeye çıkar sevgili okuyucular, ve bilin bakalım bundan en çok nasibini kim alır? tabiki ben!
boğulmak üzereyken kurtardığım çocuk sayısının haddi hesabı yok,
aynen şöyle işliyor prosedür, çocuk ağlar zırlar ben havuza girçem banne banne diye mecburen güneş banyosunu keser ve çocuğu havuza getirir sevgili ebeveyn, evet şimdi bu noktaya dikkat, otelin marketinden alınmış 3. kalite Çin ithali simitin içine sokulur çocuk ve tekrar güneş banyosu yapmaya döner sevgili 'ebeveyn'
nassa bişi olmaz döt kadar havuz mantığı vardır bu 'ebeveyn'de.
çocuk öne arkaya sallanmaya başladı mı benim için tehlike zilleri çalmaya başlar aha düştü düşecek derken bakarım kafa içerde gluk gluk sesleri çıkmaya başlamıştır bile, tabi ben hazırlıklıyım artık içimde mayoyla dolaşıyorum pişik oluyorum o sıcakta hemen koşup çıkarıyorum ve mekanikleşmiş hareketlerle ilk yardımını yapıyorum (ilk yardım derken biraz abarttım, çocuğun kilosuna bağlı olarak ters çevirip iki sallıyorum) koşup(!) gelen ebeveyn bana tşk edeceğine çocuğuna çıkışmaya başlar!!!
işte böyle sevgili okuyucu bu da böyle bir anımdı ve sabah merveye anlatıyordum sonra bizim okulun havuz başına gittik ki ne göreyim babanın biri çocuğu almış kucağına 'hanım şunun çorapları çıkar da havuza sokayım ayaklarını' demesin mi!! işte başımdan aşağı kaynar sular döküldüğü andır o an!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder