24 Nisan 2010 Cumartesi

evim evim evim


doğduğumun ertesi gününden itibaren aynı evde yaşadım.
biraz(!) farklıydı çocukluğum, mahallede büyümedim, komşu kavramı benim için yan otel demekti.Aile: anne ve babadan ibaret(bir kısmı Adana gerisi Almanyada olunca). Nisan sonu geldi mi otelde yemeye başlardık yemeklerimizi, garsonlar abim, temizlikçiler ablam, teyzem olurdu. O sene kimi gözüme kestirip anlaştıysam onun yanında çalışırdım o yaz. Bu çalışacağım iş otelin tüm örtülerini ütülemek, barda elimin bira ve sigara külü kokması, resepsiyonda müşterilerin ağız kokusunu çekmek'i içerse de.. Kafama göreydi.Okul açılana kadar bu ritmde götürürdüm yaz aylarımı, deniz yürüyerek 5 dk, havuz 30 saniye uzaklıktaydı =)
Sonra maaş bordosunda adım geçmeye başladı maaş almaya başladım ciddi ciddi imzamı atıp alıyordum, tamam belki asgari ücretin 1/5iydi ama emekle kazanmıştım o parayı bilirdim. Ergenliğe girince bu para süslenmeye kıyafete harcandı önceden oyunlara ve dondurmaya harcanırken..
Mahallede erik, muşmula çalmak garip gelirdi bana, ee otelde zaten bir sürü ağaç var niye çalayım ki =)Otel=benim evim, hani çocuk nasıl evin orasına burasına eşyasını atarsa bende aynı şekilde havuzun etrafında resepsiyonda unuturdum bir şeylerimi, neyseki her sene bekçiyle kanki olurdum o bana annemlere çaktırmadan geri getirirdi "Oya Hanım bunlar sizin galiba" diyerek =)
sonra tabi vazgeçilmezim animasyonlar!!! dansöz Yeşim Ablam vardı mesela, neredeyse 2 3 sene boyunca "ee Oya büyüyünce ne olacaksın?" sorusuna "dansöz" cevabını vermeme neden olan insandır kendisi=) önce böyle değişik bir müzik (mutlaka 5000 desibeli geçecek o arap ezgisi =P ) kollarını kaldırıp tülle yüzünü kapatır sonra bir anda kollarını açar ve o tül savrulur, ve bende tabi hevesli hemen gidip kapardım o tülü katlar koyardım bir tarafa =) belkide ilk idolümdü kendisi ahh ahhh...
sonra manavgatlıların tabiriyle "aptallar" kendi tabirleriyle "müziksiyenler" gelirdi haftanın bir günü..Aman Allah'ım benim kırma köpeğim boncuk nefret ederdi onlardan, direk havlanıp peşlerinden giderdi onlar bavul zurna ile odaların arasında dolaşıp akşam animasyon olacağını haber verdiklerinde, nasıl korkarlardı hala gözümün önüne geldikçe gülerim..
tabi bu korkusuz Boncuk'un deli gibi korktuğu bir şey vardı ki o da havayi fişeklerdi, otellerin gala geceleri ki bunlar genelde cumartesi pazar ya da pazartesiden biri olurdu, Boncuk'un işkence akşamlarıydı kendini bir masanın altına atar bitene kadar titreyerek beklerdi yavrum...
animatörlere gıcık olurdu, bizim tatil anlayışımız dinlenmek ve huzurdan geçtiğinden o maymundan bozma insan kılıklıları otele sokmadık asla. Yan oteldeki tavuk dansı müziği bugün bile kabuslarıma giriyor. Bu allahın kulları ben kendimi bildim bileli aynı müziklerde her hafta değişen yüzlere aynı şebeklikleri yaptırmaktan bıkmıyorlar arkadaş!onların sabrına da pes!
turizm işinin en güzel kısmı da privat gelen müşteriler, bu insanlar artık araya seyahat acentesini sokmadan otele direk rezervasyon yaptırırlar ve gelirler. Şenlik onları havalimanından otelin bir kaç personelinin gidip almasıyla başlar. Yolda güle oynaya şakalaşa gelirler, otele girişleri de bundan aşağı kalmayacak şekilde şenlikli olur. Tabi odaya yerleşmeleri ile odadan çıkmaları bir olur, çünküüüü Alamanya "çukulataları", Türkiye'de de bulunan ama çok daha ucuz olan duş jelleri, parfümler teker teker dökülür ortaya. Oh bizimkilerin yüzlerinde ablak bir gülüş daha bir şevkle servis yaparlar müşterilere...Sevildiklerini bilmenin şımarıklıkları vardır üstlerinde, Hans Mathias Helga yenge unutmamıştır onları o kadar ay geçmesine rağmen unutmamıştır onları.
beraber beach party'e gidilir akşamları, nasıl olsa her akşam yılan show'dan sihirbaz show, coctail party'e kadar geniş bir yelpazede sunulan bir program vardır sahile müşteri çekmek maksatlı ;) Tabi Oxyd, Light House, Apollo geceleri de unutulmamalı, canım Side'min nezih eğlence mekanlarıdır kendileri tabi hesap ödetilmemeye çalışılsa da bizim turistler dayanamaz öderler gene ;)
neyse bu yazıya sonra devam edeceğim hoşuma gitti :]

1 yorum: